Ergenlik dönemi, çocukluktan gençliğe geçiş dönemidir. Ancak bu dönemde bir takım değişiklikler yaşayan gençler, zaman zaman bazı sorunlarla da karşılaşabilmektedirler. Biz de bu sorunlar ve anne babaların yapması gerekenler konusun Pedagog Ali Çankırılı’ya sorduk.

- Ergenlik ne zaman ve nasıl başlar?

- Ülkemizde kızların 11 yaşında, erkeklerin 13 yaşında ön ergenlikle tanıştığı söylenebilir. Ancak bu rakamlar ortalama değerler olup iklim, beslenme, sağlık ve soya çekim gibi etkenler sebebiyle ön ergenliğe geçiş yaşı çocuktan çocuğa değişebilir. Buna göre erkeklerde ön ergenliğe geçiş yaşı ortalama 12-14, kızlarda 10-12’dir. Yani bir erkek çocuğu 12 yaşında ön ergenliğe geçerken bir başka erkek çocuğu 14 yaşında geçebilir. Bu konuda anne babaların telaşlanmasına ve gençleri birbiriyle kıyaslamasına gerek yoktur.
Çoğu zaman ergenlik (adolescence) tabiri yanlışlıkla “buluğ evresi” dediğimiz erinlik (puperty) tabiri ile aynı anlamda kullanılır. Aslında buluğ evresi cinsel organların üreme fonksiyonlarını icra edecek olgunluğa ulaşması sırasında yaşanan, kızlarda ay halinin, erkeklerde ıslak rüyanın görülmesi ile kendini belli eden hızlı ve kısa süreli bir hormonsal değişikliktir. Bu hızlı değişme kızlarda yaklaşık 6 ay, erkeklerde 2 yıl kadar sürebilir. İlk ay halini 10 yaşında gören kızlar olduğu gibi 16 yaşında görenleri de vardır. İlk ay hali çoğunlukla 11-13 yaşlar arasında görülür. İlk ıslak rüyayı kimi erkekler 13 yaşında görürken, kimileri de 15 yaşında görebilir. Ancak bunun ortalaması 13-14 yaşlarıdır.
Fiziksel gelişmede olduğu kadar cinsel gelişmede de hormonların büyük etkisi vardır. Hipofiz bezi tarafından salgılanan büyüme hormonu aynı zamanda tiroide ve adrenal gibi iç salgı (endokrin) bezlerini de harekete geçirerek cinsiyet hormonlarında salgı artışına neden olur. Cinsiyet hormonları tarafından uyarılan er bezleri (testisler) ve yumurtalıklar (overler) erkeklik (androjen) ve dişilik (östrojen) hormonları üreterek genci buluğa hazırlar.
Laboratuar araçlarının kısıtlı olduğu zamanlarda yapılan testlerde erkeklerin sadece erkeklik (androjen) hormonu, kızların da sadece dişilik (östrojen) hormonu salgıladığı varsayılıyordu. Ancak test araçları geliştikçe bunun böyle olmadığı, erkeklik ve dişilik hormonlarının her iki cinste de bulunduğu, ancak kızlarda östrojen hormonlarının daha etkin, erkeklerde ise androjen hormonlarının daha etkin olduğu görülmüştür. Kızlarda buluğa geçiş sırasında etek ve koltuk altlarında görülen kıllaşma yumurtalıklarda üretilen erkeklik hormonu tarafından gerçekleştirilmektedir. Bazı kızların yüzlerinde, kol ve bacaklarında görülen aşırı kıllaşma erkeklik hormonlarının fazla salgılandığını göstermektedir. Bu tür anomaliler hormon tedavisi ile düzelebilmektedir.
EN DOĞRU ADRES
- Ergenliğe geçişte çocuklar ne gibi psikolojik sorunlar yaşar? Anne babalar bu sorunlar karşısında gençlere nasıl davranmalıdır?

- Kendilerini gencin anne ve babası olmaya hazırlamayan, yani çocuğunun ergenlikte yaşayacağı zihinsel ve duygusal fırtınalar, gelgitler konusunda bilgi sahibi olmayan ve bu konuda çocuğunu bilgilendirmeyen anne babalar çocuğuyla “kuşaklar arası çatışma” dediğimiz sıkıntılı bir dönem geçirmek zorunda kalmaktadırlar.
Vücudu hızlı bir hormon salgısına maruz kalan genç, zihinsel ve duygusal olarak bu hıza ayak uyduramaz. Bu konuda önceden doğru ve sağlıklı bilgi edinmeyen geçler, ergenliğe geçişte duygusal travmalar yaşar. Bilginin en doğru adresi anne babalardır. Anne babalarıyla iletişim kuramayan, cinsel konularda soru soramayan gençler, merak ettikleri bilgiyi çoğu zaman sağlıksız olan yollardan edinmeye çalışacaklardır. Buluğa aniden giren gençler, çölde fırtınaya yakalanmış gibi ne yapacaklarını şaşırırlar. Özellikle kızlar büyümekte olan göğüsleri sebebiyle anneden, babadan ve çevreden utanır, geniş gömlekler giyerek bu gelişmeyi gizlemeye çalışırlar. İlk aybaşı kanamasında bir hastalığa yakalandıklarını zannederek, korkuya kapılır, panik depresyon yaşarlar. Utançtan anne ve babalarının yüzüne bakamaz, odalarına kapanır, okula gitmek, dışarı çıkmak istemezler.
Ön ergenlikte gençler karşı cinse ilgi duymaya başlar, onlar tarafından beğenilmek için saç tıraşından giyimine, dinlediği müzikten sohbet konularına kadar modaya uygun hareket gayret ettiği görülür. Gürültülü müzikten hoşlanır. Genç üzerinde arkadaş grubunun etkisi fazladır. Onların gözünden düşmemek için ailesiyle çatışmayı göze alır. Arkadaşlarının eleştirilmesinden hoşlanmaz. Anne babanın yanlışlarını bulup yüzlerine vurmaktan zevk alır.
Güzel ve yakışıklı görünmek için ayna karşısında saatler geçirir. Duyguları hızlı iniş çıkışlar gösterir. Çabuk sevinir. Çabuk üzülür. Bir gün önce sevdiğini söylediği arkadaşından bir gün sonra nefret ettiğini söyleyebilir. Çabuk sinirlenir, olur olmaz şeyleri problem yapar. İstekleri artmıştır. Kendisine tanınan hakları az bulur. Evdeki kuralların çokluğundan ve sertliğinden yakınır. Anne babanın uyarı ve nasihatlerine birden tepki gösterir, ters cevaplar verir. Verdiği sözde durmaz, sıkıştığında yalan söyler, dönüş saatine uymaz, yemeğe geç kalır. Odası dağınıktır. Savruk ve sakardır. Sık sık bir şeylere çarpıp devirir. Oburlaşmıştır, mutfağa girip çıktıkça bir şeyler atıştırır. Gel git akıllıdır. Her gün plan yapar, ama yaptığı plana uymaz. Derslere ilgisi azalmış, çalışma düzeni bozulmuştur. Cep telefonu elinden düşmez, arkadaşlarına mesaj yollar. Gizliliğe önem verir. Cep telefonunun ve eşyalarının karıştırılmasından hoşlanmaz. Bilgisayara meraklıdır, ancak faydalı ve zor programları öğrenmek yerine internette sohbet (chat) yapmayı ve oyun oynamayı tercih eder.
Dersin başına oturur, ama uzun hayaller kurmaktan bir türlü kendini derse veremez. Anne babanın okul başarısı konusunda hassas olduklarını bildiği için, “okuyup ta ne olacak, futbolcular ve şarkıcılar daha çok kazanıyor, ben şarkıcı olacağım,” der. İstemekle şarkıcı olunamayacağını, bu işin yetenek, tahsil ve emek gerektirdiğini bilir; ama anne babayı kızdırmak ve tepkilerini ölçmek için ister. Aykırı fikirler ileri sürmekten, anne babanın yanlışlarını bulmaktan zevk alır gibidir.
Anne babalar, birkaç sene içinde düzelecek olan bu hızlı değişimlerin normal olduğunu bilmeli; gençle çatışma yaşamamak için sabretmeli, şiddet ve baskıya baş vurmamalıdır.
YARDIM ALMAK GEREKEBİLİR
- Ergenlik konusunda bilgi sahibi olmayan anne babaların çoğu yukarıda saydığınız ve normal olduğunu söylediğiniz belirtiler karşısında paniğe kapılmakta, gencin psikolojik yardım alması gerektiğini düşünmektedir. Sizce hangi belirtilerde psikolojik yardım alınması gerekmektedir?

- Ergenlerde psikolojik yardım almayı gerektiren belirtileri kısaca şöyle sıralayabiliriz:
Sıklıkla ağlama ve ağlamaya meyilli olma.
Her zaman zevk aldığı aktivitelerden artık hoşlanmama ve ilgisiz kalma.
İçe kapanma veya tam tersi hırçın ve saldırgan davranışlar gösterme.
Sinirli, sabırsız ve doyumsuz olma.
Normalden fazla uyuma ya da uyuyamama gibi uyku bozuklukları yaşama.
Ders çalışma isteği duymama, okul başarısında düşme.
Arkadaşları ve ailesi ile ilişkilerinin bozulması.
Bu belirtilerin en az altı ay süreyle devam etmesi ve düzelme göstermemesi durumunda anne babaların mutlaka bir psikologa baş vurarak psikolojik yardım almaları gerekir.

- Gençler sınav heyecanını ve karamsarlığı nasıl yenebilir?

- Psikologlar sınav heyecanı yerine “sınav kaygısı” ifadesini kullanırlar. Çünkü heyecanı doğuran kaygıdır. Sınav kaygısını yenebilmek için, kaygının nereden kaynaklandığını, yani sebeplerini bilmek gerekir. Şiddetli olmamak ve korkuya dönüşmemek şartı ile kaygının faydalı olduğunu, motivasyonu artırdığını ve sorumluluk duygusunu güçlendirdiğini söyleyebiliriz. Aşırı kaygıya yol açan ve gence rahatsızlık veren sınavın kendisi değildir, sınavın genç için taşıdığı anlamdır. Bir çok öğrenci sınavla birlikte kişiliğinin ve varlığının değerlendirildiğini düşündüğü için kaygı duyar. Yeterince çalışmadığı duygusu, sınav sonucunu hayati bir mesele olarak görme, kendisini başkalarıyla kıyaslama ve sınav sonucunu hayati bir mesele olarak görme kaygıyı artırır. Artan kaygı, beyinde öğrenmek için gerekli olan protein zincirlerinin kurulmasını engeller.
Kaygıya yol açan sebepleri incelediğimizde çoğunun gerçekçi olmayan düşünce kalıplarından kaynaklandığını görüyoruz. Kaygıdan kurtulmanın veya kaygıyı azaltmanın çaresi bu düşünce kalıplarını değiştirmektir. Eğer bu kalıplar değiştirilebilirse, sınava bakış açısı da değişecektir.
Kaygıya yol açan bu kalıplar neydi? Sanırım, kaygıya yol açan en etkili kalıp, “sınav sonucunu hayati bir mesele olarak görme” idi. Böyle düşünen genç kendisine şu soruyu sormalıdır: Bizden önce sınav başaramayan binlerce, hatta milyonlarca gencin hayatı mahvolmuş mudur? Hayır. Diğer kalıp neydi? “Yeterince çalışmadığı duygusu.” Çok çalışmak yeterince çalışmak mıdır? Çok çalışmakla çok şey öğrenebilir miyiz? Hayır. Çok çalışarak çok şey öğrenemeyiz, ancak planlı ve sistemli çalışarak çok şey öğrenebiliriz. Kaygıya yol açan bir başka kalıp, “kendisini başkalarıyla kıyaslama” idi. Denemelerde birinin benden yüksek puan alması onun sınavda da yüksek puan alacağını garanti eder mi? Hayır. Öyleyse başkasıyla değil kendimle yarışmalıyım. Her sınavda aldığım puan bir öncekine göre yükselme gösteriyorsa başarılı sayılırım.
Bakınız, kalıplar değişince bakış açısı ve düşünce şekli de değişiyor; fazla kaygı duymaya gerek kalmıyor.
NASIL BİR DİYALOG?
- Anne babalar ve yetişkinler, çatışma yaşamamaları için, ergenle nasıl bir diyalog kurmalıdır?

- Anne babalar ve yetişkinler ergenin yaşamakta olduğu o fırtınalı ve inişli çıkışlı dönemi anlamadıkları veya ciddiye almadıkları zaman çatışma yaşamaktan kurtulamazlar. Ergen çocuğuyla iyi geçinen anne babaları incelediğimizde çocukluğundan itibaren ona değer verdiklerini, onu sevdiklerini, onu ciddiye alıp dinlediklerini, duygularını açıkça dile getirmesine izin verdiklerini görüyoruz.
Ergenle anne babanın çatışması sadece ergenlik dönemine ait bir gelişme değildir. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, çatışmanın temeli çocukluğa dayanır. Çocukluk döneminde yeterince sevilmeyen, değer verilmeyen, duygularını açıkça ifade etmesine izin verilmeyen çocuklar, ergenliği çok zor atlatırlar. Ergenlik dönemi, anne baba desteğine en fazla ihtiyaç duyulan bir dönemdir. Bu desteği bulamayan gençler, çocukluk dönemleri de olumsuz geçmiş ise, aileden koparlar. Kopma, fiziksel olmaktan çok duygusal bir kopmadır. Genç, anne babanın ekonomik desteğine ihtiyaç duyduğu için, evi terk edemez. Anne baba ile aynı çatı altında yaşar, ama duygusal olarak onlardan uzaklaşmıştır; paylaşacakları bir şeyleri kalmamıştır.
Aileden, duygusal olarak kopan gençleri dinlediğimizde hak vermemek mümkün değil. Gençleri dinlediğimizde şu ortak şikayetleri dile getirdiklerini görüyoruz:
Bana neler oluyor bilmiyorum. Bedenimde, duygularımda ve ruhumda çok şeyler değişiyor.
Kendi kendime çalışacağıma söz veriyorum, ama çalışamıyorum.
Annemin, babamın ve öğretmenlerin gözünde ders çalışan bir makineyim. İyi çalışır, yüksek notlar alırsam beni seviyorlar.
Evde çocuk muamelesi görmekten bıktım. Ne zaman bir yanlış yapsam, “kocaman adam oldun,” diyorlar. Ama ne zaman bir istekte bulunsam, “sen daha çocuksun,” diyorlar.
Büyüdüğümü bir türlü kabul etmiyorlar. Ben bu evde yaşadıkça hep çocuk kalacağım.
Bizim evde büyükler eleştirilemez. Onlar her zaman haklıdır.
Her şeyime karışıyorlar. Telefonlarımı dinliyorlar, odama izinsiz giriyorlar, ceplerimi karıştırıyorlar, günlüğümü bile okuyorlar.
Anneme babama kişisel sorunlarımı açamıyorum. Beni suçlayacaklarından korkuyorum. Bu yüzden zayıf not aldığım zaman söylemiyorum. Bir kız arkadaşım olduğundan bile haberleri yok.
Beni en çok kızdıran şey annemin veya babamın, “biz senin yaşında iken...” diye başlayan uzun nutukları.
Annem babam beni hiç sevmiyor. Her sözüm, her davranışım onlara batıyor.
Annem babam, hiçbir şeyimi beğenmezler; yaptığım her işte mutlaka bir yanlış bulurlar.
Ergenin bu şikayetleri çoğu anne babaları kızdırmaktadır. “Biz nerede hata yapıyoruz?” diye özeleştiri yapmak yerine “biz her şeyi onların iyiliği için yapıyoruz, ama onlar bunu taktir etmiyorlar, nankörlük yapıyorlar” diyerek gençleri suçlamaktadırlar.

- Çocuğunun sigara, alkol ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklar edindiğini öğrenen anne babalara nasıl davranmalarını tavsiye edersiniz?

- Anne babalarından yeterli sevgiyi, ilgiyi ve desteği bulamayan çocuklarda öz güven gelişmemekte; kendilerini değersiz ve kötü hissetmektedirler. Anne babalarının yanında değer bulamayan bu çocuklar, kendilerine değer veren, adam yerine koyan arkadaş çevresine sığınırlar. Sığındıkları arkadaş çevresi, genellikle kendileri gibi problemli ailelerden gelen çocuklardır. Bir araya gelmenin verdiği güçle kendilerini ihmal eden aileye baş kaldırırlar. Bu baş kaldırma fiziksel olmaktan çok ailenin değerlerine baş kaldırma şeklinde ortaya çıkan psikolojik baş kaldırmadır. Baş kaldırma sigara ile başlar; okuldan kaçma, hırsızlık ve alkol kullanımı ile tırmanış gösterir. Daha ağır vakalarda bunlara uyuşturucu kullanımı da eklenir.
Çocuklarında zararlı alışkanlıklar başladığını öğrenen anne babaların atacağı ilk adım, psikolojik yardım almaktır. Psikolojik yardım hem çocuğa hem aileye terapi vermekle başlar. Terapide öncelikle aileden çocuğun zararlı alışkanlıklara başlamasına yol açan hatalı tutumlarını değiştirmeleri istenir. Çocuğa da bilişsel (kognitif) terapi ile içinde bulunduğu durumun zararlarını fark etmesi sağlanır. Gerekirse ilaçla terapiye destek verilir.

- Terbiye için güzel sözün ve nasihatin işe yaramadığı yerde gence dayak atma ve ceza verme doğru mudur?

- Anne babalar çocuklarını terbiye ederken, genellikle kendi anne babalarından gördükleri gibi davranırlar. Çocukluğunda anne babasından dayak yiyerek terbiye edilen bir kadın veya erkek, anne baba olduğunda çocuklarını terbiye ederken sözün işe yaramadığı yerde dayağa baş vurmaktadır. Böyle bir anne babaya çocuğunu niçin dövdüğünü sorduğunuzda, onun iyiliği için dövdüğünü söyleyecektir. Dayak en kötü terbiye aracıdır. Anne baba çocuğunu döverken, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, çocuk üzerinde iyi etki bırakmayacaktır.
Konuya bir başka açıdan bakacak olursak, aslında incitici olan ve çocuk üzerinde kötü etki bırakan dayağın kendisi değildir; dayak sırasında kullandığı aşağılayıcı sözler ve takındığı düşmanca tavırdır. Çocuk veya genç, dayağı hak etmiş olsa bile, dayak sırasında anne baba tarafından aşağılandığı ve hakaret gördüğü zaman sevilmediği ve istenmediği duygusuna kapılır. Atalarımız “tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır” demişler. Tatlı söze bir de sevgiyi eklerseniz mutlaka tesirini gösterecektir.
GÖNÜL BİR DOST İSTER
- İnternetin gençler üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir?

- Geçenlerde bir anne aradı. Çocuğunun kötü arkadaşların kurbanı olduğunu, internet kafeye alıştığını, eve geç geldiğini, derslerini aksattığını; ne iyi sözün ne cezanın ne de dayağın bir işe yaramadığını söyledi ve psikolojik yardım istedi. Çocuğuyla konuşup konuşmadığını sordum. Annenin anlattıklarından ortaya şöyle bir hikaye çıktı: Çocuk evde bilgisayar olmadığı için internet kafeye alıştığını söylemiş. “Bana bir bilgisayar alırsanız, internet kafeye gitmem” demiş. Hikayenin burasında anneye dedim ki: “İzin verirseniz bir tahminde bulunacağım. Tahminim tutmazsa devam edersiniz. Oğlunuza bilgisayar aldınız, ama birkaç gün sonra yine internet kafeye gitmeye başladı, değil mi?”
Anne şaşırmış bir ses tonuyla: “Evet hocam, dedi, nerden bildiniz?” Anneye dedim ki: “Eksilerin bir sözü vardır. Derler ki: ‘Gönül ne kahve ister ne kahvehane; gönül ahbap ister kahve bahane.’ Çocuğunuzu internet kafeye çeken bilgisayar değil; bilgisayar bahane. Çocuk evinde rahat değilse, sizlerle paylaşacağı fazla bir şeyi yoksa; kendisini mutlu ve değerli hissedeceği bir başarısı da yoksa, aralarında kendisini mutlu hissedeceği bir arkadaş grubuna sığınır. Bu arkadaş grubu da kendisi gibi evinde rahat edemeyen çocuklardır.”
İnternet kafelere alışan ve internet bağımlısı olan gençler, genellikle ailesiyle ve gerçek hayatla uyum sağlayamayan, kendilerini değerli hissedecek bir başarısı ve hedefi olmayan gençlerdir. İnternet, yalanın bol olduğu bir sanal dünyadır. Yüz yüze iken söylemekten çekindiğiniz veya söylemeye utandığınız şeyleri rahatlıkla söyleyebilirsiniz. Karşınızdaki sıkılmazsa saatlerce sohbet edebilirsiniz. Filtre devreleri yoksa gayri ahlaki sitelere girebilirsiniz.
Psikologlar, internet bağımlılığını, sigara ve alkol bağımlılığı kadar ciddi bir bağımlılık olarak değerlendirmektedir. İnternet bağımlısı kişiler saatlerce sohbet etmekte, eğlence sitelerini dolaşmakta; böylece gerçek hayattan kopmakta, görevlerini ve sorumluluklarını ihmal etmektedirler. İnternet kafe, disko, eğlence yerleri zararlı alışkanlıkların filizlendiği mekanlardır. Sigara içmeyen, alkol kullanmayan bir genç buralarda kolayca sigaraya ve alkole alışabilir. Sigara ve alkol kullanan bir genç kolayca uyuşturucuya alışabilir.
Çocuğunu internet kafelerden uzak tutmak isteyen anne babalar, çocuğu evden uzaklaştıran hatalı tutumlarını değiştirmeleri gerekir. Bunu kendi çabalarıyla başaramayan, bir başka ifadeyle tutumlarının yanlış olduğunun farkında olmayan anne babalar psikolojik yardım alarak çocuklarını eve kazandırabilirler.
KÖTÜ ÇOCUK YOKTUR
- Kötü arkadaş edinen gencin anne babası ne yapmalıdır?

- Biliyorsunuz, “Kötü Çocuk Yoktur” adında bir kitabım var. Bu kitapta vermek istediğim mesaj şu: Kötü çocuk yoktur, kötü eğitilmiş çocuk vardır. Kötü eğitim sonunda kötü arkadaş edinen bir çocuğun anne babası, verdiği eğitimin hatalı olduğunu bilmediği veya kötü eğitim verdiğini kabul etmek istemediği için “Çocuğum kötü arkadaşların kurbanı oldu,” diyerek kendini savunur. Biz de diyoruz ki, her çocuk ancak anlaşabileceği çocuklarla arkadaşlık yapar. Çocuklar, anlaşabilmek için, genellikle kendi ailesine benzer ailenin çocuklarıyla arkadaşlık kurar.
Kötü arkadaş edinen çocuğun anne babası öncelikle kendi tutumunu gözden geçirmelidir. “Ben nerede hata yapıyorum?” demelidir. Çocuğa baskı yaparak, ceza vererek kötü arkadaştan koparamaz.

- Anne baba, çocuğun eve giriş-çıkış saatlerini ayarlamada nelere dikkat etmelidir?

- Eve giriş çıkış saatleri sorumluluk duygusuyla ilgili bir konu. Sorumluluk duygusu küçük yaştan itibaren ailede kazanılır. Anne baba, çocuk adına sorumluluğu üstlenir; devamlı neyi, nasıl ve ne zaman yapacağını hatırlatırsa çocukta sorumluluk duygusu gelişmez. Devamlı yardım alan, hazıra alışmış, aileye bağımlı bir çocuk kendi ayakları üzerinde durmayı, karşılaştığı bir güçlüğü kendi çabasıyla aşmayı öğrenemez. Bu çocuklar eve ne zaman girip çıkacaklarına dair iradeyi gösteremez, kendilerini arkadaşlarının iradesine ve olayların akışına bırakırlar.
Küçük yaştan itibaren sevilen, değer verilen, kendi ihtiyaçlarını yerine getirecek becerileri kazanması için desteklenen ve teşvik edilen çocuklarda öz güven ve sorumluluk duygusu gelişir. Eve ne zaman girip çıkacaklarını bilir, bu konuda anne babalarını uğraştırmazlar. Geç kalmalarını gerektiren bir durum ortaya çıktığında anne babalarına haber verir, onları merakta bırakmazlar.

- Okuldan kaçan, derslerini ihmal eden gencin anne babası ne yapmalıdır?

- Bir çocuk derslerini ihmal ediyor, üstelik okuldan da kaçıyorsa; ortada ciddi bir problem var demektir. Okuldan kaçan çocukların ailelerini incelediğimizde karşımıza büyük olasılıkla çok çocuklu, yoksul, geçimsizlik ve şiddetin yaşandığı, oturduğu evin kirasını ödeyemeyen, borç batağında, sağlıksız bir aile modeli çıkmaktadır. Bu ailenin durumu iyileştirilmeden çocuğun okuldan kaçışı önlenemez.

- Gencin odasında veya çantasında müstehcen yayın gören anne baba ne yapmalıdır?

- Bu sorunuza cinsiyet ve ahlak eğitimi açısından bakmamız gerekir. Küçük yaştan itibaren çocuğuna doğru cinsiyet ve ahlak bilgisi veren ailelerde bu tür problemlere pek rastlanmaz. Rastlansa da bunlar kalıcı etkisi olmayan küçük rastlantılardır. Cinsel konuların konuşulması yasak olan ailelerde çocuklar sağlıklı bir cinsel kimlik kazanamazlar. Cinselliğe ait bir soru sorduğunda ayıplanan ve azarlanan bir çocuk, cinsel konulardaki merakını arkadaşlarından veya başka kayraklardan gidermeye çalışacaktır. Bu kaynaklar çoğunlukla ahlaka aykırı, sağlıksız kaynaklardır.
Müstehcen yayınlara ve konulara düşkün gençler, öz güvenleri zayıf, kendilerini değerli hissedecek bir başarısı ve hedefi olmayan gençlerdir. Okul derslerinde başarılı, anne ve babasıyla birlikte olmaktan mutluluk duyan, boş zamanını değerlendireceği müzik, spor, edebiyat, dil kursu gibi hobileri olan bir genç, müstehcen konulara ve yayınlara itibar etmez.
MESLEK SEÇİMİ
- Gençlerin üniversite, meslek ve eş seçiminde anne ve babaların müdahalesi ve yönlendirmesi doğru mudur?

- Konferanslarımda çocuk haklarından bahsederken anne babaların dikkatini bu konu üzerine çekiyorum. Çocuğun temel haklarından biri yeteneğine uygun, olmak istediği yönde gelişerek, kendi özünü ve idealini gerçekleştirme özgürlüğüdür. Meslek ve eş seçimi bu özgürlüğün kapsam alanına girer.
Biz bilinci gelişmemiş, aidiyet duygusu baskın ailelerde çocuğa yeteneği ve arzusu yönünde kendini geliştirme fırsatı verilmez. Çocuk adına anne baba karar verir. Ne olmak istediği değil, ne olması gerektiği önemlidir. Müzik kursuna gitmek isteyen kızına baba tepki gösterir: “Müzik kursuna gidip şarkıcı mı olacaksın? Hayır, sen okuyup teyzen gibi doktor olacaksın,” der. Halbuki, müzik eğitimi alan, bir enstrüman çalmasını öğrenen kız çocuğu pek ala okuyup doktor olabilir.
Çocuklarımıza meslek ve eş seçiminde fazla baskı yapmaya ve onları bizim istediğimiz yönde karar almaya zorlamaya hakkımız yoktur. Doktor olmuş, mimar olmuş, mühendis olmuş bir çok genci sahnelerde şarkıcı olarak görüyoruz. Bu gençler müzik yetenekleri anne baba tarafından baskı altına alınmış, meslek seçiminde ailenin tercihine uymuş gençlerdir.
Her anne babanın en büyük arzusu çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmektir. Onlara en ideal eğitimi vermek ve mutlu bir hayat yaşamaları için gerekli imkanları sunmaktır. Bu çerçevede Sağlık Yolu olarak, pedagog Ali Çankırı ile görüştük. Çocuk eğitimi ile ilgili merak edeceğiniz bir çok soruyu yönlendirdiğimiz Çankırılı, şu cevapları verdi:
- Anne babalar çocuklarla doğru iletişim kurmak için nasıl davranmalı?
- İletişim, karşılıklı konuşma demektir, diyalog demektir. Anne babalar çocuklara da söz hakkı tanımalı, onların duygularını ve tepkilerini dile getirmelerine izin vermelidir. Halbuki çoğu ailelerde büyükler konuşur, küçükler dinler. Çocukların söze karışması ayıp sayılır. Bu ailelerde iletişimden söz edilemez.

- Çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmanın yolları nedir? Anne babalara bu konuda düşen görevler nelerdir?
- Sizin de ifade ettiğiniz gibi, okuma bir alışkanlıktır. Çocuk çoğu alışkanlıklarını büyükleri taklit ederek kazanır. Eğer anne baba okumuyorsa, çocuğa oku demeleri fazla bir anlam taşımaz. Anne baba, okul öncesinde, resimli masal kitapları almalı, çocuğa bu masalları okumalı, sonra çocuktan resimlere bakarak aynı masalı anlatmasını istemelidir. Uykudan önce masal okumanın da çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmada etkili olmaktadır.
TEK ÇOCUK PROMBEL Mİ?
- Bazı kitaplarda tek çocuk problemli gösteriliyor. Siz de bu görüşe katılıyor musunuz?
- Tek çocuk problemli olur diye bir genelleme yapamayız. Mutsuz bir ailede çok kardeşli bir çocuk da pek ala problemli olabilir. Tek çocuk ne zaman problemli olur? Haklı istekleri ve ihtiyaçları dışında her dediği yapılır, sınır konmaz, şımartılırsa. Arkadaş edinmesine, sokağa çıkmasına, yaşıtlarıyla oynamasına fırsat verilmezse. Çocuk ben merkezcilikten kurtulamaz. Paylaşmayı, yardımlaşmayı, kurallara uymayı, olaylara başkasının gözüyle bakmayı, yani sosyalleşmeyi öğrenemez. Ancak bu şartlarda tek çocuk problemlidir diyebiliriz.

- Çocuklarımızı televizyonun olumsuz etkilerinden nasıl koruyabiliriz? Çocuk ne kadar süre televizyon izlemeli?
- Televizyon çocuğu olumsuz etkiliyor demek önyargılı bir yaklaşım olur. Aynı şey bilgisayar ve internet için de geçerlidir. Önyargılı bazı anne babalar, çocuklarına televizyon izlemeyi ve bilgisayar kullanmayı yasaklayarak çocuklarını bu cihazların zararlı etkilerinden koruduklarını düşünmektedir. Böyle yapacaklarına faydalı çocuk programlarını izlemelerine izin verseler, bilgisayarı herkesin görebileceği bir yere mesela oturma odasına koyarak belli bir süre için internetin faydalı yönlerini kullanmasına izin verseler daha doğru olur. Böylece çocuklar kendi kendilerini kontrol etmeyi, anne babaları yokken de kurallara uymayı öğreneceklerdir.

- Çocuklarda görülen depresyon belirtileri ve nedenleri nedir?
- Çocukların fiziksel sağlığı için iyi beslenme ne kadar önemli ise, ruhsal sağlığı için sevgi, ilgi, şefkat ve güven duygusu o kadar önemlidir. Anne babası ve aile büyükleri tarafından sevilen, korunan, adam yerine konan, sevincine ve üzüntüsüne ortak olunan bir çocuk kendisini değerli hisseder, öz güven duygusu güçlenir, kendisiyle ve başkalarıyla geçimli olur. Böyle bir çocuğa ruh sağlığı yerinde olduğu için depresyona girmez. Ancak sevildiğinden emin olmayan, adam yerine konmayan, şiddet ve baskıya maruz kalan bir çocuk kendisini aşağı ve değersiz görür. Okul başarısında düşme, baş ve karın ağrısı şikayetleri, karanlıktan ve yalnız kalmaktan korkmalar, iştahsızlık, uyku bozukluğu, aşırı alınganlık, saldırgan davranışlar depresyon belirtileri olabilir.

- Çocuklarda iştahsızlık, aşırı mızmızlık gibi şikayetlerde anne baba ne yapmalıdır?
- İştahsızlığa çoğu zaman annelerin beslenmeyi aşırı önemsemeleri sebep olmaktadır. Bir lokma fazla yedirmek için çocuğun ağzına zorla yemek tıkıştırıyorlar. O da ya doyduğu için ya da dikkat çekmek ve anneyi kendisiyle meşgul etmek için nazlanır, mızmızlanır, yemek seçer hale gelir. Anne babalar, özellikle anneler, çocuklara yemek konusunda ve tuvalet eğitiminde aşırı ısrarcı olmamalı, çocuğun bunu kullanmasına fırsat vermemelidir.

- Çocukları çalma eğilimine iten nedenler nedir?
- Anne babaların aşırı disiplinli ve katı tutumları, sevgi eksikliği, kardeşleriyle, komşu, arkadaş ve akraba çocuklarıyla sıklıkla kıyaslamaları çalma davranışına zemin hazırlayabilir. Ailenin ekonomik güçlükler nedeniyle çocuğun fiziksel ihtiyaçlarını giderememesi, anne-babanın paraya aşırı düşkünlüğü veya cimriliği, parayı çocuğa karşı bir tehdit aracı olarak kullanması gibi hatalı tutumlar da çalma davranışının ortaya çıkmasına neden olabilir. Kendi odası, kendi eşyası olmayan, çok kardeşli çocuklarda mülkiyet duygusu gelişmemekte, başkasına ait olan bir şeyi çalmakta sakınca görmemektedir.
ÇOCUK VE YALAN
- Çocuklar neden yalana baş vurur? Çocuğu yalan söyleyen anne babalar ne yapmalıdır?
- Çocuklar aslında yalanın ne olduğunu bilmez, yalan söylemeye gerek duymazlar. Çocuklar beş yaşına kadar zihinsel olarak henüz gerçek ile hayali birbirinden ayıracak olgunluğa ulaşmamıştır. Bu yüzden çocukların söylediği gerçek dışı sözleri ve uydurma hikayeleri yalan olarak değerlendirmek doğru değildir. Çocuklar yalanı büyüklerden öğrenirler. Sık yalan söyleyen çocukla anne baba arasında güven eksikliği var demektir.
Bir çocuk, yüksek not beklentisi olan ailesine düşük not aldığını söyleyemez. Sorulduğunda, azar işitmemek ve aşağılanmamak için aldığı notu daha yüksek söyler. Karnesinde düşük notlar üzerinde düzeltme yapan veya babasının yerine imza atan öğrenci sayısı az değildir. Çocuk yalan söylerken aslında bir özlemini, eksikliğini veya ihtiyacını dile getirmektedir. Babası hapiste olan bir çocuk, babasının Almanya’da çalıştığını söylüyordu. Arkadaşları babasının hapiste olduğunu öğrenmeleri durumunda onu dışlayabilir veya aşağılayabilirlerdi. Babasız bir çocuk da kendini babalı olarak tanıtabilir.
Otoriter ve mükemmeliyetçi anne babalar, çocukların yanlış yapmasını bir türlü kabul etmezler. Çocukları devamlı itirafa, özür dilemeye, bir daha yapmayacağına söz vermeye zorlanır. “Doğru söyle, sen mi yaptın?” diye köşeye sıkıştırılan bir çocuk, cezadan kurtulmak için, yalana sığınmaktan başka ne yapabilir?

- Çocuklarda tırnak yeme alışkanlığı nasıl gelişiyor? Tırnak yemenin önüne geçilebilir mi?
- “Tırnak yeme”, aslında tırnağı veya tırnak etini dişiyle koparma eylemi için kullanılan bir terimdir. Gerçek anlamda kopardığı tırnağı yiyen çocuk sayısı pek azdır. Tırnak yeme çocuklar arasında, özellikle ergenliği geçişte, çok sık görülen bir davranış bozukluğudur. Yüz çocuktan 35’inde, yüz ergenin ise 45’inde tırnak yeme görüldüğünü söylersek durumun ciddiyeti daha iyi anlaşılacaktır. Yetişkinlik döneminde tırnak yeme davranışını devam ettiren bir çok insan vardır. Çok önemli olduğu için üzerinde biraz durmak istiyorum. Tırnak yemeye zemin hazırlayan birçok sosyal ve psikolojik sebepler var: Bunlardan en önemlileri üzüntü ve sıkıntı, gerilim ve kaygı, öfke ve saldırganlık, korku ve endişe, kardeş kıskançlığı, değersizlik (aşağılık) ve güvensizlik duyguları, aile içi huzursuzluklar ve iletişim problemleridir.
Ayrıca çok sevdiği büyük annesini, dedesini, oyun arkadaşını veya köpeğini ölüm sebebiyle kaybeden çocuk üzüntüye kapılır ve can sıkıntısından tırnak yiyebilir. Aileden birinin hastalanması, babanın uzun süreli iş seyahatine çıkması, aileye yeni bir kardeşin katılması, çocuklar arasında ayırım yapılması, aşırı kuralcı ve baskıcı eğitim çocukta gerilim ve kaygı uyandırarak tırnak yemesine yol açabilir.
PROBLEM ORTAYA ÇIKARILMALI
Okulda arkadaşlarına, evde ailesine kendini doğru biçimde ifade edemeyen çocuk üzüntü ve sıkıntı duyar. Tırnak yiyerek sıkıntısını açığa vurur. Herhangi bir sebepten dolayı haksızlığa uğradığını düşünen bir çocuk haksızlığı yapan anneye, babaya veya öğretmene kızar, onlara karşı öfke duyar. Öfkesini açıkça dile getirme cesareti gösteremediği zaman tırnak yiyerek öfkesini kendine yöneltebilir.
Tırnak Yeme Davranışını Düzeltme ve Tedavi Yöntemlerine gelince: Üç-dört yaşlarına kadar ortaya çıkan tırnak yeme davranışlarında en etkili yöntem anne baba tarafından görmezlikten gelinmesidir. Daha sonra bu alışkanlık devam ederse, bir psikologun yardımı ile çocuğun uyumsuzluk sebepleri iyice araştırılıp ortaya çıkarılmalı ve çözüm getirilmelidir. Çocuğu azarlamak, korkutmak, ceza vermek gibi zorlayıcı yöntemlerin sonuç getirmediği, kimi zaman daha ağır duygusal problemlerin ortaya çıkmasına yol açtığı anne ve baba tarafından bilinmelidir.
Çocuklar korku, tehdit, kaygı, kıskançlık ve güvensizlik doğuracak durumlardan uzak tutulmalıdır. Bu itibarla küçük çocuklara şiddet içerikli korku filmleri izlemelerine izin verilmemelidir. Tırnak yiyen çocuklara geceleri yatarken hafif eldivenler giydirmek, gece tırnaklarını yemek veya ısırmak istediğinde hatırlatıcı olması bakımından yararlı olabilir. Bu yöntem ağır bir psikolojik sebebe dayanmayan, daha çok dikkat çekmek için baş vurulan durumlarda işe yaramaktadır. Aynı sebeple parmak ve tırnağa acı fakat zararsız bir sıvı sürülebilir. Bu hem hatırlatıcı ve hem de tırnağını ağzına götürdüğü zaman acı ile birleştiğinde terk etmeye yardımcı olabilir. Çocuk ilgi çekmek veya anne babasını kızdırmak için parmağını ağzına götürdüğü zaman görmezden gelinmeli, o mekan terk edilerek çocuk yalnız bırakılmalı, çocuğa hissettirmeden uzaktan gözlenmelidir. Eğer yalnız kaldığında tırnak yemekten vazgeçmiş ise, alışkanlığın sebebi kesinlikle dikkat çekmek içindir. Çocuk tırnak yemek için parmağını ağzına götürdüğünde ilgisini başka tarafa çekmek de işe yarayabilir. Ancak ilgi çekilen şey, tırnak yemekten daha çekici ve işe yarar olmalıdır.
Çocukları ara sıra başarılarından dolayı ödüllendirme bazı durumlarda yarar sağlayabilir. Ancak bunun kısıtlı ve uygun şekilde kullanılması gerekir. Aksi takdirde çocuk yeni ödüller almak için bunu kullanabilir. Kız çocuklarına düzgün kesilmiş bakımlı tırnakların onu daha güzel gösterdiğini söylemek, ağır psikolojik sıkıntılardan kaynaklanmayan durumlarda, işe yarayabilir.
Aslında en akılcı ve kalıcı çözüm, tırnak yemeye yol açan asıl problemi ortaya çıkarmak, çocuğun problemle yüzleşmesini sağlamak, bu davranışın çok kötü bir alışkanlık olmadığını, eğer isterse bırakabileceğini telkin ekmektir. Çocuk buna inandırıldığı zaman elinden gelen çabayı gösterecektir. Anne babalar bir psikologdan profesyonel yardım alacak olurlarsa çocukla birlikte tırnak yeme problemini daha kolay aşacaklardır.

- Çocuklarda zeka gelişimine olumlu ya da olumsuz etki eden unsurlar nelerdir? Zeka gelişimini nasıl test edebiliriz?
- Zeka gelişimi bebeklik, çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde önemli değişiklikler geçirerek devam eden bir süreçtir. Çocuğun 5 yaşından sonraki zeka gelişim süreci erişkin dönemler için önemli bir gösterge iken 5 yaşından öncesi erişkin dönem için kriter sayılmaz. Zeka seviyesi doğuştan gelen bir zihinsel kapasitedir. Zihinsel kapasite, zeka bölümü olarak adlandırılan iki kelimenin (Intelligence Quantient) baş harfleri olan IQ ile ifade edilir. Zeka ölçmek için değişik testler kullanılır. Bu testler ancak psikologlar tarafından uygulanıp değerlendirilebilir.
Doğuştan gelen zeka geriliğinin etkili bir tedavisi yoktur. Bir çocuğa zeka gerisi diyebilmemiz için IQ katsayısının 70’in altında olması gerekir. Bu rakam aşağıya doğru düştükçe zeka geriliği de artar. Hafif ve orta derecede zeka gerisi bir çocuğun özel eğitim ve terapi ile kendi ihtiyaçlarını yerine getirmesi ve topluma uyum göstermesi sağlanabilir.
Zeka geriliği nedenleri arasında % 40 payıyla en sık olarak kromozomlara bağlı anormallikler gelmektedir. Bunun yanında sebebi açıklanamayan zeka gerilikleri ve genetik nedenli zeka gerilikleri de vardır. Ayrıca doğum sırasındaki bazı travmalar ve doğumun uzun sürmesi gibi nedenlerin de payı oldukça fazladır.
Bazı çocuklarda özel öğrenme güçlüğü dediğimiz tedavisi mümkün bozukluklar vardır. Bunları zeka geriliği ile karıştırmamak gerekir. Çocuğun zekası normal veya normale yakın olduğu halde bazı zihinsel fonksiyonların yetersizliği sebebiyle öğrenmede zorluk ortaya çıkmaktadır. Bu öğrenme güçlükleri matematik öğrenme, yazma, okuma ve telaffuz bozukluklarıdır.
Bunların dışında anne babanın hatalı tutumundan kaynaklanan “öğretilmiş acizlik” dediğimiz başarısızlık durumu vardır. Anne baba devamlı çocuktan her şeyi mükemmel yapmasını istediği zaman, çocuk ne yapsa yaranamaz. Mutlaka her davranışında ve her işinde bir eksiklik bulurlar. O zaman çocuk şöyle düşünecektir: “Ben beceriksiz, işe yaramaz, aptalın biriyim.” Böyle düşünen bir çocuk daha iyi olmak için gayret göstermez. Zekasını kullanmaz ve yarıştan çekilir.
ÇOCUKTA KENDİNE GÜVEN
- Çocukta kendine güven nasıl geliştirilir?
- Ailede sevilen, adam yerine konan, fikri sorulan, yapabileceği küçük işler verilen bir çocuk kendisini değerli hissetmeye başlar. Kendisini değerli hissetmek, öz güven duygusunun temelidir. Öz güveni gelişmiş bir çocuk yanlış yapmaktan korkmaz. Karşılaştığı problemleri anne ve babanın yardımı olmadan çözmeye çalışır.

- Çocuğa harçlık verirken anne babalar nelere dikkat etmelidir? Harçlığın ölçüsü ne olmalıdır?
- Harçlık çocuğa parayı kontrol etme, harcamayı planlama alışkanlığı kazandırır. Harçlığın miktarı çocuğun okuldaki ve mahalledeki arkadaş grubuna göre ayarlanmalıdır. Verdiğimiz harçlık arkadaşlarının harçlığından daha az ve daha fazla olmamalıdır. Arkadaşlarından daha az veya hiç harçlık almayan bir çocuk, kendisini arkadaşlarının yanında eksik ve aşağı hisseder. Arkadaşlarından fazla harçlık alan bir çocuk büyüklük kompleksine kapılır, para ile arkadaşlarını etkileme yoluna girebilir.
Harçlığı ilköğretim sıralarında günlük, lise yıllarında haftalık, üniversitede aylık olarak verebiliriz.

- Hiperaktif çocuğun belirtileri nelerdir? Her aşırı hareketli çocuk hiperaktif midir? Hangi durumlarda bir uzmandan yardım almamız gerekir?
- Çocukların hareketli olması gayet normaldir. Saatlerce top oynadıkları ve koşturdukları halde, yüksek enerjilerinden dolayı yorulmak nedir bilmezler. Hiperaktivite olarak değerlendirdiğimiz aşırı hareketlilik, oyun sırasındaki hareketlilikten farklı bir şeydir. Hipeaktif çocuk sadece oyun sırasında değil, her durumda hareketlidir, yerinde duramaz. Hiperaktiviteye genellikle dikkat eksikliği de eşlik eder. Aşırı hareketli çocuklar uzun süre dikkatlerini yoğun tutamazlar. Dikkat sınırı 15 dakikayı aşmaz.
Anne baba çocuğun hiperaktif olduğunu ancak okula başladıktan sonra öğrenir. Hiperaktif çocuk sandalyede uzun süre oturamaz, canı sıkılır, kımıldanır, kalkar, oturur, çantasıyla, kalemiyle oynar. Konuyla ilgisi olmayan sorular sorar. Davranışlarıyla öğretmenin ve arkadaşlarının dikkatini üzerine çekerek dersin havasını bozar. Dikkat eksikliğinden dolayı yazısı dağınık ve kötüdür. Okuduğunu uzun süre aklında tutamaz. Paragrafın sonuna geldiğinde başını unutur. Tekrar okumak zorunda kalır. Dikkat eksikliği olan çocuğa sınavlarda verilen normal süre yetmez, bu yüzden başarısız duruma düşer. Unutkandır. Sık sık eşyalarını kaybeder.
Hiperaktiviteye beyin kimyasındaki bir farklılık sebep olduğundan, aşırı hareketlilik çocuğun elinde olmayan bir şeydir. Anne baba veya öğretmen çocuğu uslu durmaya zorlar, başka çocuklarla kıyaslar, yerinde duramadığı için cezalandırırsa çocukta suçluluk duygusu gelişir, öz güvenini kaybeder. Hiperaktif çocuğu olan anne babalar bir çocuk psikiyatrı ile görüşmeli, ilaç tedavisi ile birlikte dikkat süresini artırmak için nasıl davranmaları gerektiğini öğrenmelidir.
TUVALET EĞİTİMİ
- Anneler tuvalet eğitimine ne zaman başlamalıdır? Tuvalet eğitimi veren anneler, çocukla çatışma yaşamamak için nelere dikkat etmeli?

- Tuvalet eğitimi için gerekli olan fiziksel ve zihinsel olgunluk her çocukta farklı zamanlarda kazanılır. Genellikle 1.5 yaşından sonra başlamak daha uygundur.
Çocuk 1.5 yaşına geldiğinde idrarını 3 saat kadar tutabilir. Bu yaşlarda idrar yaptıktan sonra, 2.5-3 saat aralarla oturağa oturtularak tuvalet eğitimine başlanabilir. Çocukların ekserisi 2-3 yaşlarında, gündüzleri idrar kontrolünü sağlamış olurlar. İdrar kontrolünün geceleri de sağlanması bazen 5 yaşını bulur.
Çocuk 1-1.5 yaşına geldiğinde, hangi saatlerde kaka yaptığına dikkat edilerek, o saatlerde tuvalete tutularak tuvalet eğitimine başlanır. Çocuk tuvaletini yapmak istemezse, ısrar etmemek gerekir.
Çocuğun tuvalete veya lazımlığa oturtulması, idrar veya dışkı yapmasının beklendiği saatlerde olmalıdır. Çocuk tuvalete götürülürken “çiş” , “kaka” gibi kelimeler söylenerek şartlandırılır, idrar ve dışkı yapmaya zihnen hazırlanmış olur.
Başarılı oluyorsa, çocuk desteklenmeli, eğer tuvalet alışkanlığını kazanamıyor veya eğitimi reddediyorsa onu cezalandırmak, korkutmak, ayıplamak, kızmak, küsmek doğru değildir. Sabırlı olmalı, sözden anlayacağı ve tuvalet eğitimine kendi isteği ile cevap vereceği zamana kadar beklemelidir.

- Anne babalar ve aile büyükleri çocuklara oyuncak alırken nelere dikkat etmeli?

- Uzaktan kumandalı, kurmalı, motorlu pahalı oyuncaklara gerek yoktur. Çocuğun bunlardan öğreneceği fazla bir şey yoktur. El yapımı, yap boz türü, dayanıklı oyuncaklar daha faydalıdır. Çocuk bunları oynarken hayalini de katar. Basit bir tahta parçasını kılıç yapar, at yapar, tüfek yapar. Oyuncak alırken çocuğun cinsiyetine ve yaşına uygun olmasına dikkat edilmeli. Kız çocukları bebekle, mutfak setleriyle oynamayı tercih ederken, erkek çocukları yarış arabalarıyla, silahlarla oynamayı tercih ederler.
Çocuk odasını oyuncaklarla doldurmak doğru değildir. Çocuk onlarca oyuncak arasında hangisiyle oynayacağını şaşırır. Oyuncağı ile duygusal iletişim kuramaz. Oyuncakların kıymetini bilemez. Oyuncakları belli zaman aralıklarında, birer birer almalı, bir oyuncağı ile yeterli süre oynadıktan ve onun hakkını verdikten sonra başka bir oyuncak almalıdır. Böylece çocuk yeni bir oyuncağa kavuşmanın sevincini yaşamalıdır.
ÇOCUK VE PAYLAŞMA
- Paylaşmayı çocuğumuza nasıl öğretebiliriz?
- Paylaşma insan olmanın, birlikte yaşamanın, dostluğun, akraba olmanın ve arkadaşlığın bir gereğidir. Çocuk beş yaşına kadar ben merkezci (egosantrik) bir kişiliğe sahiptir, paylaşmayı bilmez. Kendisini dünyanın merkezinde görür. Herkes ve her şey ona hizmet etmek için vardır. Yürümeye ve konuşmaya başladıktan sonra yavaş yavaş paylaşmaya teşvik etmeli, bazı şeylerimizi onunla paylaşmalı, ondan da bizimle paylaşmasını istemeliyiz.
Bazı anne ve babalar görüyoruz, çocuklarına paylaşmamayı telkin ediyorlar. Anne çocuğun çantasına beslenme koyup okula gönderirken: “Sakın kimseye verme, kendin ye!” diye tembihliyorlar. Paylaşmayı bilmeyen çocuk yardım etmeyi de öğrenemez.

- Sosyal, girişken, öz güveni yüksek bir çocuk yetiştirmenin yolları nedir?
- Bu saydığınız özellikler ailede yaşanarak kazanılır. Anne baba çocuğunu sever, korur, duygularını açıklamasına izin verir, sevincini ve acısını paylaşır, ona değer verirse; çocukta öz güven duygusu gelişir. Kendine ve başkalarına güvenmeyi öğrenir. Küçük yaştan itibaren çocuğa, anne babanın yardımına ihtiyaç duymadan, kendi ihtiyaçlarını yerine getirmesi için fırsat vermeli, teşvik etmeli ve desteklenmelidir. Kendi ihtiyaçlarını yerine getirmeyi öğrenen çocukta bağımsız kişilik özellikleri gelişir. Yeni girişimlerde bulunmaktan ve sorumluluk almaktan kaçmaz.

- Ceza ve ödül verirken nelere dikkat edilmeli?
- Ceza ve ödül birer disiplin aracıdır. Ceza derken çoğu anne babalar dayak atmayı anlıyorlar. Dayak en kötü eğitim aracıdır. Dayağın amacı nedir? Çocuğu kötü bir davranışından dolayı cezalandırmak mı? Bu davranışını onaylamadığımızı göstermek mi? Bir daha aynı davranışta bulunmaması için bir ikaz mı? Bu amaçları dayaksız araçlarla da sağlayabiliriz. Beğenmediğimiz bir davranışını onaylamadığımızı sözel olarak ifade edebiliriz. Mesela: “Bu davranışı sana yakıştıramadım. Bu davranışın beni çok üzdü,” diyebiliriz. Sözlerin tesirsiz kaldığı durumlarda onu bir süre sevdiği bir şeyden mahrum bırakabiliriz. Mesela, o gün sokağa çıkmasını yasaklayabiliriz.
Cezanın disiplindeki işlevi caydırıcılıktır. Ödülün işlevi de özendiriciliktir. Cezanın ve ödülün sınırları belli olmalı, dozunda kullanılmalıdır. Ödülün dozunu kaçırdığımız zaman çocuk her yaptığı doğru davranışın arkasından ödül bekler hale gelir. Ödülsüz, çıkarsız bir iş yapmaz. Doğru bir iş ve davranıştan alınan manevi zevk onun ödülü olmalıdır.

- Uyku alışkanlığı kazandırmada ve uykuya yatma zamanını ayarlamada nelere dikkat etmemiz gerekiyor?
- Çocukları bebekliğinden itibaren kendi odasında yatmaya alıştırmalıyız. Anne baba ile aynı odayı hatta aynı yatağı paylaşmaya alışmış çocuklar kendi odalarında yalnız yatmaya alışamazlar. Sağlıklı cinsel kimlik ve ahlak gelişimi için çocukları yatak odamızda yatırmamalıyız. Baştan itibaren kendi odasında yatmaya alışan bir çocuk, uykuya gitmekte zorlanır veya nazlanırsa bir bardak ılık süt, kısa bir masal anlatımı uykuya gitmesini kolaylaştırabilir.

- Çocuğun anne babaya olan güvenini olumlu ve olumsuz yönde etkileyen faktörler nelerdir?
- Çocuğun anne babaya olan güveni 0-3 yaş arasında oluşuyor. Yeni doğan bir bebekte “anneden ayrılma anksiyetesi” dediğimiz bir tedirginlik vardır. Ana rahminden koptuğu için kendisini yalnız ve terkedilmiş hisseder. Ancak anne ve baba tarafından sevilip korundukça, ihtiyaçları yerine getirildikçe, yeni geldiği dünyanın pek o kadar da korkulacak bir yer olmadığını, yalnız olmadığını, kendisini koruyup kollayan ve seven bir anne ve babası olduğunu anlamaya başlar. Anksiyetenin yerini güven duygusu alır.
Anne babadan yeterli sevgi ve koruma göremeyen, baskı ve dayakla büyüyen çocuklar anne babalarına güvenmezler. Bir an önce evden kaçıp bu baskıcı hayattan kurtulmak isterler. Köprü altı çocukları veya tinerci dediğimiz bu çocuklar, sokağın kötü şartlarına ve tehlikesine rağmen anne babalarına geri dönmek istemezler. Diğer taraftan bakıcı elinde, kreşlerde ve kimsesizler yurdunda büyüyen çocuklarda anne babaya karşı güven duygusu zayıftır.
1- Soru: Yaz tatili bitiminde aileler çocuklarını tekrar okula derslere motive etmeleri için tavsiye ve önerileriniz nelerdir?

1- Cevap: Aileler, çocuklarını okula ve derslere motive edebilmek için okulun kendisine kazandıracağı üstünlüklerden ve özelliklerden bahsetmeli; çocuğun tanıdığı, özendiği ve saygı duyduğu başarılı insan örnekleriyle pekiştirmelidir.

2- Soru: Okula yeni başlayacak, anne ve babadan ilk kez ayrı zaman geçirecek, çocuklara aileler nasıl yardımcı olmalıdırlar?

2- Cevap: Çocuğun okula kolay alışması aileden aldığı eğitimle doğrudan ilgilidir. Bunu üç örnekle açıklayalım: Örnek 1: Eğer aile çocuğun her istediğini yerine getirmiş, her işinde yardımcı olmuş, onu kendine bağımlı hale getirmiş ise çocuk okulda yalnız kalmaktan korkacak; annesinin eteğinden tutup bırakmayacak “sen de benimle kal” diyecektir. Bu çocuğun okula alışması ve öz güven kazanması çok zordur. Örnek 2: Eğer ailede ve komşularda kendisinde okula gitme özentisi uyandıracak okula giden bir çocuk yoksa, okula yeni başlayan çocukta bir çekingenlik ve korku olacaktır ki bu normaldir. Annenin birkaç gün kendisiyle oturması ve ona moral vermesi yeterli olacaktır. Öğretmenini sevdikten ve birkaç arkadaş edindikten sonra annenin kendisiyle oturmasına gerek kalmayacaktır. Örnek 3: Ailede adam yerine konan, kurallara uymaya alışmış, sorumluluk duygusu kazanmış, öz güveni yüksek, kendi ihtiyaçlarını yerine getirebilen bağımsız bir çocuk okula alışmada zorluk yaşamayacaktır. Daha ilk günden annesi ile birlikte oturmaya gerek duymayacak, “anne sen gidebilirsin” diyecektir.
Anne babalar çocuğa önceden okul hakkında “Okula gidince uslanırsın! Okula başlasan da senden kurtulsam! Okul seni adam eder!” gibi olumsuz imaj kazandıracak söz ve davranışlardan kaçmaları gerekir.

3- Soru: Çocuğumu özel okula gönderecek imkanlarımız yok, acaba çocuğumu geleceğe nasıl hazırlamalıyım,bu şartlarda başarılı olması mümkün mü?

3- Cevap: Tanıdığınız, güvendiğiniz, ekonomik gücünüzün yeteceği, çocuğunuza hem ahlak hem bilgi ve başarı kazandıracağına inandığınız bir özel okula göndermek elbette güzel bir şeydir. Ancak özel okullarda görev yapan öğretmenlerle, devlet okullarında görev yapan öğretmenlerin aynı fakültelerden mezun olduklarını, aynı eğitimi aldıklarını unutmayalım. Özel okullar reklamlarla üstünlüklerini ve başarılarını abartır, öğrenci velilerini ikna etmeye çalışırlar. Eğer bir devlet okulunda eğitimi ciddiye alan idareciler, işini seven öğretmenler varsa, özel okul kadar başarılı olabilir. Çocuğun başarısında okul kadar ailenin de payı vardır. Eğer bir çocuk özel okula gittiği halde aile sevgisinden, ilgisinden ve takibinden mahrum ise başarılı olamaz. Diğer taraftan ailesi tarafından sevilen, değer verilen, ihtiyaçları yerine getirilen bir çocuk devlet okulunda başarılı olabilir. Çocuğuyla karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı sıcak ilişkisi ve diyalogu olan bir aile onu özel okula veremedim diye üzülmesin. Bu çocuk devlet okulunda da pek âlâ başarılı olabilir.

4- Soru: Çocuğuma harçlık verirken nelere dikkat etmeliyim, onu nasıl yönlendirmeliyim?
4- Cevap: Verilecek harçlığın miktarı ve veriliş şekli çocuğun yaşına ve ailenin ekonomik durumuna göre değişir. Vereceğiniz harçlık arkadaşlarına ailelerinin verdiği harçlıktan fazla ve eksik olmamalıdır. Böylece çocuk ne çok para harcadığı için büyüklük kompleksine ne de arkadaşları kadar parası olmadığı için aşağılık duygusuna kapılacaktır. İlkokula giden bir çocuk henüz parayı kontrol etmeyi, uzun vadeli planlar yapmayı bilemediğinden cep harçlığı günlük, orta okul ve lisede ise haftalık verilmelidir. Lise son sınıflarda ve üniversitede okuyan öğrencilere harçlık aylık olarak verilebilir. Harçlığın miktarını ve verilen paranın hangi harcamaları kapsadığını birlikte kararlaştırmak, böylece parayı kontrol etmeyi öğrenmesine fırsat vermek gerekir.

5- Soru: Okul ve ev arasında geçecek alışma sürecinde çocuğuma nasıl yardımcı olabilirim?

5- Cevap: Çocuk okula başladığı andan itibaren yardım istemedikçe yardıma kalkışmamalı, hele tepesine dikilip ödev yaptırmamalıyız. Çoğu anne babalar çocuk adına sorumluluk almakta, derslerini ve ödevlerini takip etmekte; çocuk ders çalışmadığı veya ödevini yapmadığı zaman onun yerine endişe etmekte ve üzülmektedir. Anne baba çocuk adına sorumluluk aldığı zaman çocukta sorumluluk duygusu gelişemez. Ders çalışmayı ve ödev yapmayı sevmeyen, anne baba zoruyla ders çalışan çocuklar, genellikle çocuk adına sorumluluk yüklenen ailelerin çocuklarıdır.

6- Soru: Okul kantinlerinde satılan ürünler konusunda çocuğumu nasıl yönlendirmeliyim ki, zararlı gıdalardan uzak durabilsin?

6- Cevap: Bir öğrencinin okul kantininden yiyecek bir şey alırken seçici davranması aileden aldığı beslenme alışkanlığı ile ilgilidir. Eğer çocuk ailede birlikte sofraya oturma, temel gıdalarla beslenme alışkanlığı kazanmış ise; yemekten sonra tatlı yiyebilme, meyve suyu içebilme imkanına sahipse; böylece yemekler arasında abur cubur yeme ihtiyacı duymayacaktır. Ailede kurallara uymayı, sorumluluk almayı, duygularını kontrol etmeyi öğrenen, öz güven sahibi bir çocuk kantinde içinde ne olduğunu bilmediği hamburgerleri, kolalı içecekleri, boyalı suları ve şekerlemeleri satın alıp yemeyecektir.

7- Soru: Çocuğum okula başladığında acaba huyu değişecek mi, farklı kültürden ailelerin çocuklarıyla bir ortamı paylaşacak , kontrolü nasıl sağlamalıyım?

7- Cevap: Çocuk okula başlamadan önce sosyalleşmeyi arkadaş çevresinden öğrenir. Her çocuk inanç ve kültürel yönden kendi ailesine denk ailelerin çocuklarıyla arkadaşlık kurmuş, onlarla oyun oynamayı, paylaşmayı, iş birliği yapmayı öğrenmiş ise okula uyumu kolay olacaktır. Okulda arkadaş seçerken yine ailesinden aldığı eğitime denk, kendi huyunda çocukları tercih edecektir. Ailede sevilen, değer verilen, adam yerine konan, iyi terbiye alan hiçbir çocuk kötü arkadaş seçmez, kötü arkadaşın kurbanı olmaz. “Çocuğum kötü arkadaşların kurbanı oldu” diyen anne babalar suçluluk duygusundan kurtulmak için böyle söylemektedir.

8- Soru: Kitap okuma alışkanlığı kazandırmak için tavsiye ve önerileriniz nelerdir?

8- Cevap: Evinde kitaplığı olmayan, kitap okumayan, evine gazete ve dergi girmeyen ailelere hiçbir tavsiyem olamaz. Ders kitabından başka kitap görmemiş bir çocuğa okuma alışkanlığı kazandırmak çok zordur.
Eğer bir ailede anne baba ve aile büyükleri kitap okuyorsa, eve her ay birkaç dergi ve her gün gazete giriyorsa, anne ve baba çocuğu uykuya yatırırken baş ucunda masal ve hikaye okumuş ise; bu ailede yetişen çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmak çok kolaydır.

9- Soru: Eve geldiğinde anne ben okula gitmek istemiyorum vs gibi isteksiz ve sürekli mazeret bildiren çocuğuma nasıl davranmalıyım?

9- Cevap: Çocuğun okula gitmek istemeyişinin birçok sebebi olabilir. Eğer çocuğa evde duygularını açıkça ifade etme fırsatı veriliyor; duygularını açıklarken kınanmaktan, ayıplanmaktan ve cezalandırılmaktan korkmuyor ise; neden okula gitmek istemediğini çekinmeden söyleyecektir. Okuldan korkmanın veya okulu sevmemenin sebebi belli ise, çözümü kolaydır. Baskıcı ve katı disiplinli ailelerde çocuk duygularını açıkça ifade edemez. Böyle bir ailede yetişen çocuk duygularını bastırmayı, olayları saklamayı, yalancılığı ve iki yüzlülüğü öğrenir. Okula gitmek istemediğini açıkça söyleyemez. Hastalık bahanesine sığınır; karnı veya başı ağrıdığını söyler.
Okula gitmek istemeyen çocuk, bunun sebebini tam olarak ifade edemiyor ise, bir sebepten başka bir sebebe atlıyor ise; çocuğun sınıf öğretmeninden ve okulun psikolojik danışmanından yardım istenmelidir.
10- Soru: Planlı programlı ders çalışması için nasıl yönlendirme yapabiliriz?
10- Cevap: Soruda ifade ettiğiniz gibi, başarı çok çalışarak değil, planlı çalışarak elde edilir. Çocukla birlikte, ona seçme hakkı tanıyarak, günlük planlar yapılabilir. Planda okul dönüşü ne zaman, ne kadar süre ile ders çalışacağı, ne zaman ve ne kadar süre ile sokağa çıkacağı, ne kadar süre ile hangi televizyon programlarını izleyeceği, ne kadar süre ile bilgisayar kullanacağı açıkça belli edilmelidir. Planda katı sınırlar koymamalı, beklenmeyen olaylar ve işler çıktığında çocuk planda değişiklik yapabilmelidir.

11- Soru: Öğretmen, aile, çocuk üçgeninde kurulacak diyalog nasıl olmalıdır? Ailelere tavsiye ve önerileriniz nelerdir?
11- Cevap: Ülkemizde, maalesef, sözünü ettiğiniz üçgenin bir ayağı olan “aile” hep eksik kalmaktadır. Aileyi tanımadan çocuğu tanıyamazsınız. Aile okulla yeterince işbirliği yapmayınca öğretmen ve idareciler çocuğun ders ve disiplin konusunda yaşadığı sıkıntıları ve problemleri çözmede zorlanıyorlar. Aile okulla işbirliği yaptığında çocuğun sadece ders konusunda değil, aile içindeki problemlerini de çözebilirler. Bugün artık sadece özel okullarda değil her devlet okulunda bile öğrenciye ve aileye yardımcı olacak bir rehber ve psikolojik danışman görev yapmaktadır. Aileler çocuğunu iyi bir okula yazdırmakla ve masraflarını karşılamakla görevini yaptığını zannediyor. Aile okulla diyalog ve işbirliği içinde olmadığı zaman, öğrenci bazen tamiri imkansız, ömür boyu sürecek travmalar yaşayabilmektedir.
TIBBİ SÖZLÜK

Abse : Bakteri, virüs ve mantarların oluşturduğu iltihabın toplanıp, şişlik oluşturması
Akut : Hızlı gelişen, çabuk oluşan
Anestezi (genel-lokal) : Uyutma, uyuşturma, hissi azaltma
Antijen-Antikor : Vücuda dışardan giren maddeye ya da vücudun kendi bir parçasına karşı oluşan tepkiler
Alerji : Bir maddeye karşı hassasiyet
Anjiografi : Bacaktaki damarlardan renklendirici madde verilerek, kalp damarlarının görüntülebilinir hale getirilmesi
Atrezi : Vücutta olması gereken bir organın olmaması durumu
Apgar : Doğumdan hemen sonra ilk 5-10 dakika içinde bazı kriterlere (renk, hareket, cilt gibi) göre bebeğin durumunun değerlendirilmesi
Atopi : Allerjiye meyilli
Aura : Başlangıç belirtileri
Bakteri :
Bronşiolit : Virüslerin neden olduğu Akciğer içindeki küçük hava yollarının iltihabı
Bronşit : Akciğer içinde solunum yollarının iltihabı
Diabet : Şeker hastalığı
Diabetes İnsipidus : Şekersiz şeker hastalığı
Enfeksiyon : Bakterilerin, virüslerin neden olduğu hastalık durumu
Endoskopi : Işıklı – kameralı aletle muayene
EKG : Kalp hakkında elektrodlarla bilgi sahibi olunması, kalp elektrik akımının saptanması
EEG(Elektroensefalografi) : Beyin dalgalarının elektrodlarla kaydedilmesi
EMG : Kas bozukluklarında kastan çıkan akımları ölçerek değerlendiren metod
Elektroşok : Özellikle kalbin durması durumunda elektrik verilmesi
Epiplottis : Ses telleri bölgesindeki epilot organının iltihabı
Fibroz : Dokunun normalden fazla sertleşmesi
Fistül : Yarık, birşeyin dışarı aktığı yol
Gastroskopi : Mide ve oniki parmak barsağının ışıklı aletle incelenmesi
Genetik danışma : Doğuştan olabilecek hastalıkları araştırma
Gluten : Buğdayda bulunan bir çeşit protein
Hormon : Vücuttaki birçok organın salgıladığı, hayatın devamı için gereken maddeler
Hipoglisemi : Kan şekerinin düşmesi
Hoemophylus influenza : Grip ve diğer hastalıklara neden olan bir virüs
Helicobakter pilori : Midede bulunan ve ülsere neden olan bakteridir.
Hirschsprung : Barsaklarının bir bölümünde sinirlerin yokluğu ile oluşan hastalık
Hemofili : Kanamaya eğilimin fazla olması
Habis : Kötü huylu tümörü belirtmek için kullanılır
İdipatik : Kendiliğinden oluşan, sebebi bilinmeyen
İnsülin : Vücutta şeker kontrolünü sağlayan madde
İnhalasyon : Solunumla alma
İnvaginasyon : Barsağın birbiri içine girmesi
Jinekoloji : Kadın hastalıkları
Kronik : Uzun süren ve dayanıklı
Kemoterapi : Kanserde uygulanan ilaç tedavisi
Kuluçka dönemi : Mikropların aktif hale gelmeleri için geçen süre
Kolposkopi : Rahim ağzının mikroskopla gözlenmesi
Kramp : Kıvrandırıcı, tıkayıcı ağrı
Kalori : Enerji miktarı
Koma : Vücut fonksiyonlarının bozulması, kaybolması
Komplikasyon : İstenmeyen etkilerin oluşması
Kan gazı : Kanda da hava gibi oksijen-karbondioksit vardır, bunların ismidir
Kolik : Ani, kıvrandırıcı ağrı
Küvöz : Yenidoğan problemli bebeğin bakım yeri
Konjunktivit : Gözün beyaz tabakasının (Konjonktiva) iltihabı
Kalıtımsal : Doğuştan, anne babadan gelen
Likenifikasyon : Ciltteki katlanma yerlerinin aşırı belirginleşmesi
Majör : Büyük
Minör : Küçük
MR : Manyetik Rezonans denilen ileri teknoloji teşhis aleti
Mekonyum : Bebeğin ilk doğduğunda veya doğmadan hemen önce yaptığı yeşil-siyah renkli dışkıdır
Melonosit : Pigment yani deriye renk veren hücreler
Meckel divertikülü : Barsak içine doğru uzantılar
Metastaz : Başka yere yayılma
Menapoz : Kadınlarda yumurtalık fonksiyonunun ve hormonlarının 40 yaşından sonra azalması ile ortaya çıkan durum
Menarş : İlk adet görme
Mukoza (ağız) : Üzerinde deri dokusu olan hassas vücut yüzeyleri
Narkoz : Ameliyat öncesi uyutma, ağrıyı azaltma
Nefron : Böbreklerin en küçük yapı birimi
Otonom : Kendi kendine
Östrojen : Kadınlık hormonu
Ödem : Vücutta el, ayak, göz, karın gibi bölgelerde su birikmesi
Patolojik : Problemli, normal olmayan
Pankreas : İnsülin, şekerle ilgili organ
Pacemaker : Pil, batarya ile uyaran
Psödokrupp : Kuru öksürükle seyreden hastalık
Pilarstenozu : Mide çıkışındaki darlık
Polip : Vücudun birçok organında (barsak, boğaz, rahim gibi) çıkıntılar
Parazit : Yaşadığı organdan yaşamını devam ettiren hastalık etkeni canlılar
Protez : Herhangi bir organın yerine geçecek yapay organ
Radyoterapi : Radyoaktif maddelerle tedavi
Romatoloji : Romatizma bilimi
Rahim : Kadınlık organlarından
Rehidratasyon : Vücudun su eksikliğinin karşılanması
Reflü : Bir şeyin olması gerektiği yerden tekrar yukarı kaçması
Rektoskopi : Kameralı aletlerle makatın son kısmına bakılması
Sepsis : Enfeksiyonun tüm vücuda yayılması
Sonografi : Ultrasonografi, ses dalgaları ile teşhis
Sistemik : Yaygın
Sendrom : Hastalık belirtileri
Siroz : Karaciğer yetmezliği
Ter testi : Özellikle kistik fibroz hastalığında terde klor
Taşıyıcı : Kendinde hastalığın belirtileri olmayıp, çocuklarına (erkek) hastalığı aktaranlar (kadınlar)
Status Astmatikus : Nefes darlığı krizi
Virüs : Birçok hastalık etkeni
Yumurtalık : Kadın üreme organı
Yapay tatlandırıcı : Şeker yerine geçen madde
SORULARLA SİGARA
- Zararsız sigara var mı?
Hayır. Sigaranın hiçbir türü zararsız değildir ve insan sağlığına zarar verdiği halde satışına ve reklamına izin verilen yegane ticari mal sigaradır.
- Az sayıda sigara içmek zararsız olabilir mi?
Hayır. İçilen her sigaranın insan sağlığına zarar var. Otopside, az sayıda sigara içenlerin akciğerlerinde bile bozukluklar saptanmıştır. Öte yandan sigara içenlerin büyük bölümü az sayıda sigara içmeyi başaramaz.
- Sigaranın sağlığa zarar vermesi ne kadar süre sonra olur?
Sigaranın sağlık üzerine olan zararları sigaranın içildiği anda başlar. Sigara dumanı ağız, dil, boğaz, yemek borusu, nefes boruları, akciğerler ve mideye doğrudan ulaşır. Dumanın içinde bulunan zararlı maddeler de saniyeler içinde kalp, beyin, kan damarları, böbrekler, mesane gibi pek çok organa ulaşır ve zarar verir.
- Nikotin vücutta ne gibi etkiler yapar?
Nikotin vücuda ilk olarak girdiğinde beyin ve sinir sistemini uyarır, ancak sondaki alınışlarda beyin ve sinir sistemi üzerinde baskılayıcı, uyuşturucu etki gösterir. Nikotin ayrıca kan basıncını yükseltir, nabız sayısını artırır, sindirimi yavaşlatır, kanın damarlar içindeki dolaşımını bozar, organların yeterli kan almalarını engeller. Çok yüksek dozlarda alındığında bulantı ve kusmaya neden olur, solunum felci yaparak ölüme yol açar.
- Sigara dumanı içindeki hangi maddeler hastalık yapar?
Dumanda bulunan katranın içinde 4000 dolayında kimyasal madde vardır. Bunlar arasında bulunan asitler, alkol aldehitler, ketonlar, siyanür, karbonmonoksit gibi maddeler doğrudan zehir etkisi gösterirler ve organlarda tahribat yaparlar. Kalp hastalıkları, akciğer kanseri, vücuttaki başka kanserler (gırtlak kanseri, mesane kanseri, yemek borusu kanseri, rahim kanseri vb.) bronşit, amfizem gibi pek çok hastalığın sigaraya bağlı olarak meydana geldiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
- Dumanda bulunan karbonmonoksitin etkileri neler?
Sigara dumanının içinde yüzde 4 oranında karbonmonoksit bulunur. Bu gaz, alyuvarlardaki hemoglobine bağlanarak hemoglobinin oksijen taşımasını engeller. Sigara içenlerde hemoglobinin oksijen taşıma kapasitesi yüzde 2.5 ile yüzde 15 arasında azalır. Bunun sonucunda organlar yeterli oksijen alamazlar. Özellikle beynin yeterli oksijen alamaması sonucu düşünme, karar verme, net görme ve işitme gibi önemli bazı fonksiyonlarında zayıflama olur. Karbonmonoksit ayrıca damarlarda kolesterol depolanmasına yol açar.
- Bu maddeleri solumanın zararlı etkileri geçici değil mi?
Evet bu etkiler geçicidir. Ancak tiryakiler sık aralıklarla sigara içerler. Bu durumda sigara dumanına bağlı etkilerin düzelmesi mümkün olmaz.
- Sigaranın bütün zararları kalıcı ve sürekli mi?
Hayır, eğer iş isten geçmeden sigara bırakılırsa vücut kendini yenileme fırsatı bulabilir. Sigarayı bırakanlarda özellikle kalp hastalığı ve kanser riskinde azalma olur. Sigarayı bıraktıktan sonra bir yıl geçince kalp krizi riski yarıya iner. On yıl sonra ise kalp hastalığı ve kanser riski sigara içmemiş bir kişi ile eşit düzeye yaklaşır.
- Filtreler koruyucu mu?
Filtreli sigara içenlerde kanser riski filtresiz sigara içenlere göre biraz daha azdır.
Katran ve nikotin miktarı az olan sigaraların da zararı var mı?
Bazı ülkelerde nikotin ve katranı azaltılmış sigaralar bir süreden beri denenir. Ancak bu sigaraları içenlerde de risk çok yüksektir. Ayrıca sigara içenler, nikotin ve katranı az olan sigarayı daha fazla sayıda içer.
Mentollü sigaraların riski nasıl?
Mentollü sigaraların riski diğerlerinden farklı değildir, mentollü sigaralar da sağlık için aynı derecede zararlıdır.
Sigaranın kanser yaptığı bilimsel olarak ispatlanmış mı?
Evet. Sigara bütün kanser ölümlerinin üçte birinden sorumludur. Akciğer kanserlerinin ise yüzde 85’i sigara nedeniyle olur. Bunun dışında sigaranın ağız, boğaz, yemek borusu, gırtlak, mesane, rahim, pankreas, böbrek vb. kanserlerini meydana gelmesinde de rolü vardır.
Sigara, kansere nasıl yol açar?
Sigara dumanı içinde 43 tane kanser yapıcı madde bulunur. Bunların bazıları kanseri başlatan, bazıları da kanserin ilerlemesine yol açan maddelerdir.
Akciğer kanserinin iyileşme şansı nasıl?
Akciğer kanserine yakalanmış olan bir hastanın iyileşme şansı çok az. Başka bazı kanserlerin tedavisinde sağlanan önemli gelişmelere karşın akciğer kanserinin tedavisi bakımından başarılı sonuç alınamaz. Akciğer kanserli her on hastadan ancak bir tanesi 5 yıl yaşayabilir. Diğerleri kısa süreler içinde hayatını kaybeder. Tedavisi yeterince başarılı olmadığına göre akciğer kanserinden korunmaya öncelik vermek gerekir, bu da sigaradan uzak durmakla mümkündür.
Sigara başka akciğer hastalıklarına da yol açar mı?
Sigara bronşit ve amfizem oluşunda da başlıca etkendir.
Sigara içen bir kişi dumanı içine çekmezse, yine de tehlikesi olur mu?
Olur. Sigara dumanı içeriye çekilmese bile temas ettiği yerlerde (dudak, dil, ağız içi, yemek borusu, gırtlak) tahribata yol açar. Ayrıca duman içeriye çekilmese bile yine de bir miktar duman akciğerlere gider.
Sigara içenler neden öksürürler?
Sigara dumanı asit özelliktedir. Asit ve duman içindeki başka tahriş edici maddeler öksürüğe yol açar. Sigara içenlerin çoğu özellikle sabahları olmak üzere öksürürler. Soluk boruları içinde yabancı maddelerin nefes yollarına kaçmasını engellemek amacıyla ince tüycükler vardır. Sigara dumanı bu tüycüklerin hareketini bozar. Böylece yabancı maddelerin nefes yollarına girmesi mümkün olur. Gece sigara içilmediği zaman tüycüklerin hareketi biraz düzelir ve gündüz nefes borularına girmiş olan yabancı maddeleri dışarı atmak amacıyla tüycükler çalışmaya başlar ve böylece öksürük olur. Öksürüğün oluşunda bu mekanizmanın da rolü vardır.
Sigara içmek kalbe etki yapar mı?
Evet yapar. Sigaranın insan vücudunda en çok etki yaptığı organların başında kalp gelir. Kalp hastalıkları ve beyin kanaması nedeni ile olan ölümlerin üçte biri sigaraya bağlıdır.
Sigaranın gebe kadına ve bebeğine zararı var mı?
Gebe bir kadın sigara içtiği taktirde gebeliğin düşükle veya ölü doğumla sonlanması olasılığı artar. Ayrıca bebek canlı olarak doğduğunda da doğum ağırlığı normalden az olur. Sigara içen annelerin bebeklerinde doğumdan hemen sonraki dönemde meydana gelen ölümlerde daha fazla olur.
Doğum kontrol kapları ile sigaranın etkileşimi olur mu?
Doğum kontrol hapları bazı kalp hastalıklarının riskini arttırabilir. Doğum kontrol hapı kullanan bir kadın aynı zamanda sigara da içiyorsa kalp hastalığı riski daha fazla artar.

Sigaranın başka sakıncaları da var mı?
Sigaranın bazı ilaçlarla da etkileşimi söz konusudur. Sigara bazı ilaçların etkisini azaltırken bazılarının etkisini de arttırır.
Sigara bu kadar değişik ve çok sayıda etkileri nasıl yapabilir?
Sigara dumanında bulunan katran içinde sayıları 4000 dolayında çeşitli kimyasal maddeler vardır. Bunların da vücuttaki çeşitli organlar üzerinde değişik sağlık etkileri olabilir.
Neden sigara içenlerin hepsi akciğer kanserine yakalanmıyor?
Sigara tiryakilerinin yüzde 10 - 15 kadarı akciğer kanserinden ölür. Bundan çok daha fazlası da kalp hastalığı nedeniyle hayatını kaybeder. Bu iki hastalık sigara tiryakilerinin başlıca ölüm nedenidir. Başka nedenlere bağlı ölümler de sigara içenlerde içmeyenlere göre daha fazladır. İnsanlar çok çeşitli hastalıklar nedeniyle öldükleri için hepsinin de akciğer kanserinden ölmeleri söz konusu değildir. Ancak sigara içenlerde akciğer kanserinden ölme riski, sigara içme süresi ve günde içilen sigara sayısı ile ilgili olmak üzere, sigara içmeyenlere göre 10 ile 25 kat daha fazladır. Ayrıca sigara içenler içmeyenlere göre daha erken yaşta ölür.
Sigara içmeyenler de akciğer kanserine yakalanır mı?
Akciğer kanseri sigaradan başka nedenlere bağlı olarak da meydana gelebilir ve sigara içmeyenler de akciğer kanserine yakalanabilir. Ancak sigara içmeyenlerde akciğer kanseri son derece ender görülür.
Hava kirliliği akciğer kanserine neden olabilir mi?
Belki, ancak çok az oranda. Büyük kentlerde ve sanayi bölgelerinde yaşayanlar arasında akciğer kanseri hafifçe yüksek bulunur. Ancak bu bölgelerde yaşayanlar sigarada da içiyorlarsa akciğer kanserine yakalanma riskleri daha fazla olur.
Bir süredir sigara içiyor olsam, sonra bırakabilir miyim?
Sigaraya bağımlılık meydana geldikten sonra bırakmak daha zordur. Başlangıçta devamlı yapılan bir alışkanlık şeklinde olan sigara içme davranışı, bir süre sonra nikotin bağımlılığına dönüşür. Bu dönemde sigarayı bırakmak daha zor olmakla birlikte yine de bırakılabilir. Ama önemli olan, bağımlılık meydana gelmesine izin vermeden, mümkün olduğu kadar erken dönemde sigarayı bırakır.
Sigara gerçekten bağımlılık yapar mı?
Evet, sigara da alkol ve bazı ilaçlar gibi gerçek anlamda bağımlılık yapar. Sigara tiryakilerinin kontrolsüz olarak düşünmeden sigara yakmaları, uzunca bir süre içmedikten sonra üst üste birkaç sigara içmeleri bu bağımlılığın göstergeleridir.
Sigarayı bırakanlarda “yoksunluk belirtileri” görülür mü?
Sigara tiryakisi olan bir kişi sigarayı bırakınca terleme, kalp hızının değişmesi, hazımsızlık, uyku bozukluğu, sinirlilik hali gibi belirtiler gösterirler. Bu belirtiler bir hafta içinde azalır, ancak tamamen kaybolması birkaç hafta alabilir.
İnsanlar sigaraya neden başlıyorlar?
Özellikle gençler arasında “arkadaş etkisi” sigaraya başlamanın başlıca nedenidir. Bunun dışında büyükleri taklit etmek, kendini bağımsız hissetmek, başkaldırmak, kendisini büyümüş hissetmek gibi nedenler sigaraya başlamanın önemli gerekçeleri olur.
Sigarayı daha çok ne tür insanlar içiyor?
Sigara alışkanlığı ile eğitim, kültür ve ekonomik güç arasında ters bir ilişki vardır. Sigara alışkanlığı eğitimi ve gelir düzeyi az olan kişiler arasında daha fazladır.
Türkiye’de ne kadar insan sigara içiyor?
Türkiye’de 15 yaşın üzerindeki kişiler arasında sigara içenlerin oranı yüzde 45 dolayındadır. Bir diğer ifade ile yaklaşık iki kişiden biri sigara içiyorlar. Bu oran erkeklerde yüzde 62, kadınlarda da yüzde 25 dolayındadır. Bu değerlere göre Türkiye’de yaklaşık 17 milyon kişinin sigara içmekte olduğu söylenebilir.
Bu kişiler ne kadar sigara içiyor?
Türkiye’de 17 milyon kişinin günde ortalama bir paket sigara içtiği varsayıldığında, her gün 17 milyon paket sigara içildiği hesaplanır. Bir paket sigara fiyatının yaklaşık 1 dolar olduğu düşünüldüğünde her gün sigaraya yaklaşık 17 milyon dolar verildiği söylenebilir. Sigaraya yapılan bir aylık harcama Sağlık Bakanlığı’nın bir yıllık bütçesinden fazladır.
Türkiye’de sigara içenlerin sayısı artıyor mu?
Gelişmiş ülkelerin pek çoğunda sigara içme alışkanlığı azalma gösterirken ülkemizde herhangi bir azalma yoktur, aksine artmakta olduğu bile söylenebilir.
Sigara alışkanlığı erkeklerde mi kadınlarda mı daha fazla?
Türkiye’de sigara içme alışkanlığı erkeklerde kadınlara göre daha fazladır. Özellikle kırsal bölgelerde kadınlar arasında sigara alışkanlığı çok azdır. Ancak kentlerde yaşayan ve çalışan kadınlar arasında sigara alışkanlığı zamanla artış gösterir.
Gençler arasında sigara alışkanlığı ne durumda?
Türkiye’de sigaraya başlama yaşı giderek daha küçük yaşlara doğru iner. Eski yıllarda çoğunlukla askerlik döneminde sigaraya başlanırken günümüzde ortalama olarak 13.5 yaşında sigaraya başlanır. Ülkemizde 13 yaşındaki erkek çocukların yarısı, 16 yaşındakilerin de yüzde 80’i sigarayı en az bir defa denemişlerdir.
İnsanlar neden sigara içmeye devam ederler?
Sigara bağımlılık yapıcı bir madde olduğu için bir kez sigara alışkanlığı oluştuktan sonra bu alışkanlıktan vazgeçmek zor olmaktadır. Bununla birlikte sigara alışkanlığı “vazgeçilmez” bir alışkanlık değildir. Bu konu da kararlı olan pek çok tiryakinin bu alışkanlıktan kurtulabildiği bilinir.
Sigara alışkanlığı nasıl edinilir?
İlk kez sigara içenlerde genellikle, bulantı, baş dönmesi gibi belirtiler olur. Ancak bir süre sonra sigaranın insanı rahatlattığı, uyarıcı ve zevk verici olduğu da fark edilir. Bu özelliklerden dolayı bir kez sigarayı denemiş olanlar, bu denemeyi tekrarlama isteği gösterirler. Bu dönemde alışkanlık ve giderek de bağımlılık gelişir.
Sigara içenlerin ne kadarı sigarayı bırakmak ister?
Aslında sigara tiryakilerinin büyük bir bölümü bu alışkanlıklarından hoşnut değildir ve sigarayı bırakmak ister. Çeşitli araştırmaların sonuçlarından, sigara içenlerin en az üçte ikisinin sigarayı bırakmak istediği anlaşılır.









ALKOLÜN ZARARLARI

Aşırı alkol kullanımı önemli bir sosyal ve tıbbi sorundur. Bir çok toplumda orta düzeyde alkol kullanımı kabul edilebilir. Ancak aşırı alkol kullanımı karaciğer,pankreas,beyin ve dolaşım sistemine büyük hasarlar verir.
Beyin ve Sinir Sistemi
Alkol kullanımının beyin ve sinir sistemi üzerine önemli etkileri vardır. Alkol geçici bir bellek kaybına da neden olabilir. Gerek yeni içmeye başlayanlarda gerekse aşırı kullananlarda içtikleri dönemin tümünü ya da bir bölümünü unutmak sık görülen bir durumdur. Aşırı alkol kullananlarda,içki bırakıldıktan sonra birkaç hafta süren geçici bellek kayıpları da görülebilir. Ancak alkolden uzak durulduğunda bellek sorunları ortadan kalkabilir.
Aşırı alkol kullanımı uyku bozukluklarına ve bütün gece uyuduktan sonra bile sabah bit-km kalkmaya neden olabilir. Beynimizin etkinliğiyle hafif veya orta uyku derinliği dönemlerinden,rüya gördüğümüz uyku dönemine geçeriz. Bu döneme hızlı göz hareketleri (REM) dönemi denir ki fiziksel ve ruhsal sağlığımız bu döneme bağlıdır. Ne yazık ki alkolün anestezik (narkoz benzeri) etkisi beynin yeterince REM uyku dönemi oluşturma yeteneğini etkiler ve bu durum aşırı alkol kullananlarda görülen sabah yorgunluğunun sebebidir.
Bazı kronik alkoliklerde Wernicke-Korsakoff Sendromu denen bir nörolojik bozukluk bulunabilir. Bu bozukluk özellikle kötü beslenen (özellikle yetersiz tiamin[B1 vitamini] )alkoliklerde görülür.
Hastalığın ilk belirtisi göz kaslarında ani güçsüzlük ve felce bağlı çift görmedir. Zamanla hasta yardımsız ayakta duramaz veya yürüyemez. Wernicke-Korsakoff Sendromu nda hasta özellikle yakın geçmişe ait olayları unutur,ayrıca çok ileri derecede bellek kayıpları da ortaya çıkabilir; dönem dönem kim olduğunu bile unutur. Ayrıca bu kişilerde kendi kendine konuşma, bulunduğu yerin ve zamanın farkında olmama ve halüsinasyonlar (gerçek olduğu düşünülen hayaller) görülebilir.
Wernicke-Korsakoff Sendromunun tedavisi bellidir:alkolden uzak durmak ve vitamin yetersizliği belirtilerini geriletmek için tiamin (B1 vitamini) kullanmak. Ancak bu bozukluğun yol açtığı şikayetler genellikle tam olarak ortadan kalkmaz.
Sindirim Sistemi
Alkol midenizin iç yüzeyini örten tabakayı tahriş ederek gastrite, kusmaya yol açarak midenin üst bölümü ve yemek borusunun alt bölümünde küçük yırtıklara neden olabilir; Mallory-Weiss Yırtıkları denen bu küçük yırtıklardan kanama olabilir. Uzun süre alkol kullanımı özellikle B vitaminlerinin (özellikle folik asit ve tiamin) ve diğer besinlerin emilimini engelleyebilir. Alkol kullanımını kestiğinizde bu sorunların çoğu ortadan kalkacaktır. Bununla birlikte, yağlanmış veya büyümüş karaciğer, alkol hepatiti veya yemek borusu varisleri gibi sorunlar acil tıbbi müdahale gerektirir.
Dolaşıma katılan alkol karaciğere gelir ve orada enzimler tarafından parçalanır. Sağlıklı bir karaciğer alkolü saatte 50 kalori oluşturacak bir hızla parçalar. Bu 30ml. viskiye eşittir. Eğer karaciğere gelen alkol bu miktardan fazla olursa, parçalanana kadar kanda kalacaktır.
Alkol kullanımından sonraki gün ortaya çıkan baş ağrısı ve ağız kuruluğunun nedeni pek belli değildir. Olası bir neden, alkolün idrar söktürücü etkisi nedeniyle oluşan su kaybıdır. Bu, dehidratasyona (vücuttaki sıvının azalması) neden olabilir. Bu şikayetlerin ortadan kalkması için dinlenmek, bol miktarda sıvı ve bir ağrı kesici almak gerekir (mide sorunu olanlar ağrı kesici kullanırken dikkatli olmalıdır).
Alkoliklerde akut veya kronik pankreas iltihabı da görülebilir.
Dolaşım Sistemi
Alkol geçici olarak kan basıncını düşürebilir. Ancak sürekli kullanıldığında kan basıncını yükseltebilir.
Sürekli ve aşırı alkol kullananlarda kardiyomiyopati denilen, kalp kasını harabeden ve aritmiden (kalp atışları ritminde düzensizlik) kalp yetmezliğine kadar çeşitli önemli sorunlara yol açan bir hastalık da sık olarak görülür. Az miktarda alkol kullanımı da kalp hastalığı olasılığını artırır.
Cinsel İşlevler
Alkol alışkanlığı erkeklerde empotansa (sertleşme kaybı) neden olabilir. Kadınlarda ise adet düzeni bozulabilir. Ayrıca anne karnındaki bebeğin sağlığını ve gelişimini bozacağı için, hamile kadınların kesinlikle alkol almamaları gerekir.
Kanser
Alkoliklerde kalp-damar hastalıklarından sonra en sık ölüm nedeni kanserdir. Alkol kullanmayanlara göre kansere yakalanma olasılıkları oldukça yüksektir (özellikle gırtlak, yemek borusu, mide ve pankreas kanserleri).
www.hekimce.com

45 Popüler Boşanma Nedeni
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Üyesi, Ömer Uğur Gençcan, Türkiye'de en çok kullanılan boşanma nedenlerini derledi. "Boşanma, tazminat ve nafaka hukuku" adlı kitabında, Yargıtay’ın hangi davranışları boşanma gerekçesi saydığını madde madde yazan Gençtan, kitabında boşanma gerekçelerinin yanı sıra eşlerin hangi durumlarda tazminat talebinde bulunacağını, velayetin kime verileceğini, boşanma konusu olmayan davranışları, af niteliğindeki davranışları ve anlaşmalı boşanma konularına berrak bir dille açıklık getirdi.
Gençcan, 20 yıllık eşi Ayşegül ve kızı Cansu’ya ithaf ettiği kitabında, eşinden ‘Sevgili(m)’ diye söz etti.
Kitabında, Yargıtay’ın hangi konuları boşanma gerekçesi saydığını da madde madde anlatan Gençtan, hangi durumlarda tazminat talep edilebileceğine de değindi.
Gençtan’ın kitabında yer alan ve Yargıtay’dan çıkan emsal kararlara göre en popüler 45 boşanma modeli şöyle:
- Zina sebebiyle boşanma
- Hayata kast sebebiyle boşanma
- Pek kötü ve onur kırıcı davranış sebebiyle boşanma.
- Suç işleme sebebiyle boşanma
- Haysiyetsiz hayat sebebiyle boşanma
- Terk sebebiyle boşanma
- Akıl hastalığı sebebiyle boşanma
- Evlilik birliğinin sarsılması sebebiyle boşanma
- Alay etmek
- Aşağılamak
- Küçük düşürmek
- Tükürmek
- Küçümsemek
- Başkalarıyla karşılaştırmak
- Hırsızlık yapmak
- İftira etmek
- Çocuğun kendisinden olmadığı ile suçlamak
- Sapık ilişkiyle suçlamak
- Kız çıkmadı diye suçlamak
- Sadakatsizlikle suçlamak
- İktidarsızlıkla suçlamak
- Eşini sevmediğini söylemek
- Eşinden soğuduğunu söylemek
- Başkası ile evleneceğini söylemek
- Aile ile görüştürmemek
- Eşini tehdit etmek
- Aile yanına bırakmak
- Evden kovmak
- Yurt dışına yanında götürmemek
- Üvey çocuğa kötü davranmak
- Doğumunda ilgilenmemek
- Sebepsiz intihara kalkışmak
- Evi sık terk etmek
- Ağız ve vücut kokusu tedavisinden kaçınmak
- Beden temizliği ile ilgilenmemek
- Bağımsız konut sağlamamak
- Çalışmamak
- Cinsel ilişki kuramamak
- Cinsel ilişkiden kaçınmak
- Sevgilisini unutamadığını söylemek
- Evlilik dışı çocuğu olmak
- Eşini dövmek
- Kesici aletle yaralamak
- Aşırı içki kullanmak
- İmam nikahlı yaşamak
www.ailem.com



MİDE YANMASI (EKŞİMESİ)
Mide yanması 20 ile 50 yaş arasında birçok insanda görülen çok yaygın bir rahatsızlık. Midede yanma hissi yemekten önce, yemek sırasında ya da yemekten 2-3 saat sonra hissediliyor. Besinler, sindirim işlevinin bir gereği olarak midede ilk değişikliklere uğrayarak bağırsaklara gönderilmek için hazırlanıyor. Mide bu işlevi yerine getirirken iç yüzeyini kaplayan zarın altındaki salgı hücrelerini, besinlerin gerekli değişimini sağlamak üzere uyarıyor. Bu sırada oluşan bir dengesizlik, aşırı asit ortamına ve midenin kendini koruyamamasına yol açarak yanma hissine neden oluyor.
Büyüklerimiz midede yanma hissi duydukları zaman hemen bir lokma ekmek içi çiğnermiş. Ekmek içinin değil ama ağıza birşey atmanın doğru bir yöntem olduğunu belirten günümüz doktorları da az ama sık yemeyi öneriyorlar. Öğünleri küçülterek sık sık yemenin şikayetleri azaltacağını söylüyorlar.
Yemeğe daha fazla zaman ayırın. Ayaküstü değil, sofrada oturarak yiyin. Acele yemek mide işlevine zarar veriyor. Kendinize daha fazla zaman ayırıp yemek yemeyi bir zorunluluk değil de bir keyif anına dönüştürün.
Ağzınıza küçük lokmalar almak midenin sindirim için gerekli salgıları daha kolay üretmesine yardımcı olur. Lokmaları uzun uzun çiğneyin. Bu, midenizde şişkinlik ve ağırlık hissetmemenizi sağlar.
Sofradan tıkabasa doymadan kalkın. Mide boş bir torba olduğu için yemek yerken çiğnediğimiz besinler buraya ulaştıkça mide sürekli genişler. Eğer kemerinizi çok sıkmışsanız yanma hissi duymanız çok doğal. İçi dolu bir plastik torbayı düşünün. Tam ortasından bir ipi kemer gibi sıkıca bağlayın. Torba sağa ya da sola çekecek ya da aşağıya doğru sarkacaktır. Mide de aynı böyle... Bu nedenle ölçülü miktarda yemek yiyin.
Akşam öğününden hemen sonra damak kaçamakları yapmayın. Aksi takdirde mide gece boyunca çalışıp yorulur. Akşam yemeği ile uyku arası en az üç saat olmalı. Yani yemek yedikten en az 3 saat sonra yatın. Gece yatarken sağ yana dönerek yatmayın. Besinin mideye girişi sağ taraftan gerçekleştiği için yedikleriniz yeterince hazmedilemeyip mide borusunda yanma hissi oluşabilir.
Yemek yedikten sonra yere eğilmeniz gerekiyorsa dizlerinizi bükerek eğilin. Aksi takdirde mide işlevini gerektiği gibi yapamaz.
Yiyecek ve içeceklerin çok sıcak ya da soğuk olması mide sıvısına zarar verebilir. Bu nedenle yiyecek ve içeceklerin ılık olmasına özen gösterin.
Sigaradan uzak durun.
Yemekten sonra uzanmayın. Unutmayın, mide sıvısı yatay pozisyonu sevmez ve yanma hissi mide borusu yoluyla ağzınıza kadar gelebilir.
Bunlardan Uzak Durun
Hazmı kolay olmayan kızartmaları ve yağlı yiyecekleri sofranızdan uzaklaştırın. Ağır yağlı, fazla kremalı ya da soslu besinleri yemeyin. Çikolata, içerdiği yüksek dozdaki yağ ve kafein nedeniyle hassas mideye zarar vererek yanma hissine yol açıyor. Sütlü çikolata, daha az yağ içeren bitter çikolataya oranla daha tehlikeli olduğundan çikolata sevenler genelde sütsüz olanını tercih etmeli.
Kafeinli içecekler mide için çok zararlı. Kahve, çay ve kola gibi içecekler hassas mideyi yorar. Eğer mide yanmasından şikayet ediyorsanız ve kahve içmeden duramıyorsanız kafeinsiz kahveyi tercih edin.
Gazozlu içecekler ve asitli meyve sularını dikkatli için. Domates veya portakal suyu asitli olduğu için mide yanmasını şiddetlendirebilir. Bu nedenle sulandırarak ve balla tatlandırarak için.
Et suyu ile hazırlanmış çorbalardan uzak durun. Diğer çorbaları ise çok sıcak içmeyin. Ilınmasını bekleyin.
Alkol midedeki yanma hissini artırır. Hele mide boşken alkol kesinlikle almayın.
Çiğ soğan ve çiğ meyve de mide asidini artıran etkenlerdendir.
Şeker yemeyi seviyorsanız naneli olanları seçmeyin.
Mide ağrılarınıza son verecek sağlıklı ve dost besinlerle yemek yemenin keyfini çıkartabilirsiniz...
Karnabahar : Haşlanmış karnabahar, mideyi asit saldırılarından koruyarak tüm sorunları giderebilir. İçeriğinde bulunan gefarnato maddesi ülser ilacının hammadesi olarak kullanılıyor.
Lahana : Lahanayı çiğ olarak yemeyi tercih edin. İnce şeritler halinde doğrayıp salata yapın. Meyve presinde lahananın suyunu sıkıp aynı miktarda elma suyu ile karıştırın ve için. Lahana, ülser ve gastrit ilacı olarak biliniyor. Dörtte bir lahanayı yıkayıp kalın şeritler halinde doğrayın. 1 kerevizi soyup doğrayın. 1 havucu temizleyip dilimleyin. Lahana, kereviz ve havucu katı meyve presinde sıkıp sabah akşam suyunu için.
Patates : Çiğ patates suyu mide yanmasının doğal ilacıdır. Patatesi soyup katı meyve presinde suyunu sıkın. Su,havuç suyu ya da kereviz suyu ile karıştırıp için.
Elma sirkesi : Salatalarda ya da mezelerde elma sirkesi kullanın.
Maden suyu : Mide asidinin büyük bir bölümünü etkisiz hale getiriyor.
Ispanak : Ispanağı buharda pişirin ya da haşlayarak tüketin. Taze yapraklarını salata olarak yiyin.
Zeytinyağı : Çiğ olarak kullanıldığında besinlerin midede kalma süresini azaltıyor ve yağların sindirimi için safra salgısını artırıyor.
Baklagil : Fasulye, bezelye ve mercimekte bulunan bioflavionid maddesi, midenin koruma faktörünü artırıyor.
Muz : Mideyi seven meyvelerin başında geliyor. Ara öğünlerde birer muz yemek, midedeki yanma hissini ortadan kaldırabilir. Muz, mide enzimleri ve hücrelerinin üretimini de artırıyor.
Kızarmış ekmek : Midenin salgıladığı aşırı asidi kurutarak yanma hissini gideriyor.
Meyankökü : Güçlü bir mide koruyucusu.Yapılan son araştırmalara göre midedeki aşırı asitlenmeyi azaltıyor.
www.hekimce.com




Utandıran Hastalıklar!...
Hayatımızda yaşadığımız, ancak dışlanma, ayıplanma ve kaygılarından dolayı kimselere söylemeye hatta konunun uzmanı olan doktorlara bile gitmeye çekindiğimiz hastalıklar günlük hayatımızı olumsuz yönde etkiliyor. Her hastalıkta olduğu gibi; hastalığın tedavisinde erken tanı oldukça önemlidir. Konunun uzmanına başvurulmadığında hastalığın ilerlemesi ve tedavide geç kalınması kaçınılmaz oluyor.
İşte bizi utandıran bazı hastalıklar ve tedavi yöntemleri:
Hemoroid
Hemoroid rahatsızlığının görülme sıklığı toplumdan topluma göre değişiklik gösterdiği gibi yaşın ilerlemesiyle birlikte görülme sıklığı artar. Yaygın olarak rastlanan hemoroid, makatta kızrıklık, kaşıntı, kanama, şişkinlik ve ağrı olarak ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. 4. dereceye kadar görülebilen hemoroitin ortaya çıkış nedenleri şöyle sıralanabilir:
• Kronik kabızlık
• Ikınma
• Hareketsizlik
• Hatalı beslenme
• Uzun süre ayakta durmak
• Hamilelik
• Genetik faktörler
Hemoroitten Nasıl Kurtuluruz?
• Günde ortalama 8 bardak su içilmeli
• Posa tüketimi arttılmalı
• Stersten kaçınmalı
Alınacak genel önemlerin dışında konunun uzmanı doktorlar hemoroitin derecesine göre ilaç ya da cerrahi yöntem ile tedaviyi uygun görebilir. Hastalık, genellikle 1. ve 2.derecede ise ilaç tedavisi yeterli olmaktadır. Ancak ilaçların düzenli kullanımına rağmen hemoroitte iyileşme olmamış ise tekrar doktora başvurmak gerekir. Gerekli durumlarda kolonoskopi yöntemiyle birlikte ciddi bir sorun olup olmadığı tespit edilir. Buna göre geliştirilen; lazer, infrared koagülasyon, longo metodu, hemoroidal arter ligasyonu, gibi yöntemler ile günümüzde hemoroitin tedavisi yapılmaktır.
Ağız Kokusu
Ağız kokusu günlük hayatta bizi en rahatsız eden hastalıklardan biridir. Her sabah uyandığımızda ağzımızda acı bir tat ve koku var ise mutlaka önlem alınmalıdır. Nefeste oluşan kötü koku genellikle ağız içindeki çürümüş yemek parçaları ve mikroplardan oluşur. Diyabet, kronik nezle, boğaz iltihabı, tükürük salgısının azalması, sinüzit, karaciğer, akciğer, mide ve bağırsak hastalıkları ağız kokusu sorununa neden olabilmektedir.
Ağız Kokusundan Nasıl Kurtuluruz?
• Sakız çiğnenmeli
• Su tüketimi arttırılmalı
• Burun tıkalı uyumamalı
• Diş ve diş eti korunmalı
• Dişler çok iyi fırçalanmalı
• Alkol ve sigara tüketimi azaltılmalı
• Diş ipi kullanılmalı
• Şeker tüketimi azaltılmalı
• Soğan, sarımsak gibi ağız kokusunu tetikleyen yiyeceklerden kaçınılmalı
• Diş hekimine düzenli aralıklar gidilmeli ve diş taşlarının temizlenmesi sağlanmalı
Alınacak önlemlere rağmen ağız kokusu hala geçmez ise, diğer nedenlerin araştırılması için farklı branşlarda detaylı bir muayeneden geçilmesi gerekmektedir.
Terleme
Soğuk ve sıcak havalarda vücut ısısını ayarlayan terleme; fizyolojik bir mekanizmadır. Ancak özellikle sıcak yaz günlerinde aşı terleme kişilerin sosyal ve özel yaşantılarını olumsuz yönde etkiliyor. Tıp dilinde “hiperhidrosis” olarak adlandırılan aşırı terleme genellikle; el, ayak, yüz ve koltuk altlarında görülüyor. Hiperhidrosis(aşı terleme), ter bezlerini çalıştıran sinir sisteminin aşırı çalışmasından kaynaklanır. Aşırı terleme; tiroid bezinlerinin fazla çalışması, stres, şişmanlık, genetik faktörler, kronik enfeksiyonlar, böbrek üstü bezinden kaynaklanan rahatsızlıklar, menopoz, psikiyatrik hastalıklar, uyku ilaçları… gibi sebeplerden kaynaklanabilmektedir.
Aşırı Terlemeden Nasıl Kurtuluruz?
Alınacak hijyenik önlemlerle birlikte serin tutan giysiler giyilmesi rahatsızlığı azaltacaktır. Ancak alınacak önlemlere rağmen aşırı terleme sorunu ile başa çıkılamıyorsa; tedavi için bir dermatoloji uzmanına başvurulması gerekiyor. Doktorların öngördüğü tedavi şekline göre gerekli durumlarda ilaç takviyesi yapılır. İlaç tedavisinin yeterli kalmadığı durumlarda ise; botoks ve iyontoferez, sempatektomi gibi yöntemlere başvurulur. Günümüzde en sık kullanılan yöntem ise botokstur. Botoks genellikle; koltuk altı, yüz, el ve ayak için kullanılıyor. Deri altına enjekte edilen botoksun etkisi genellikle 4-20 ay sürüyor.
İdrar Kaçırma
Tıp dilinde ”Üriner inkotinans” olarak bilinen idrar kaçırmaya her yaşta olduğu gibi genellikle; çocuklarda , bayanlarda , ve ileri yaşlarda rastlanmaktadır. Gülündüğünde, hapşırıldığında idrar kaçırılıyorsa ve idrar geldiğinde tuvalete gidene kadar idrar kaçıyor ise; mutlaka bir doktora başvurulmalıdır. İdrar kaçırmaya; pelvik taban kasları zayıfladığında öksürme ve egzersiz gibi karın iç basıncını arttıran durumlar, çok sayıda müdahaleli doğum yapmak, obezite , mesane boşalmasını kontrol eden kasların gevşemesi, iri bebek doğurmak, ve menopoz sebep olabiliyor.
İdrar Kaçırmadan Nasıl Kurtuluruz?
İdrar kaçırma rahatsızlığının tedavisi hastalığın tipine göre değişiklik gösterir. Enfeksiyondan kaynaklanan sebeplerden dolayı oluşan idrar kaçırmanın tedavisi daha kolay yapılabiliyor. Prostat büyümesine, strese, sıkışma tipi idrar kaçırma… v.b gibi bir çok nedene bağlı olarak oluşan idrar kaçırma mevcuttur. Bu durumlarda; ilaç , özel egzersiz, cerrahi müdahale… gibi yöntemler kullanır. Önemli olan; kişilerin bu şikayetlerinden çekinmeden bir uzanma başvurmalarıdır.
www.doganhastanesi.com









UYUŞTURUCU HAKKINDA GENEL BİLGİ

Kötü alışkanlıkların başında gelen uyuşturucu madde kullanımının insan sağlığına,akıl ve rûhî sistemlerimize,topluma yaptığı tahribat tek kelime ile korkunçtur. Hâli hazırda bütün dünya ülkelerinde uyuşturucu madde kullanma alışkanlığı bir çığ gibi artmakta ve ülke sorumluları bu felaketin nasıl önleneceğini düşünmektedirler. Uyuşturucu madde; silah kaçakçılığında, casuslukta, anarşik hadiselerde ve bir ülkenin diğer ülke gençlerini dejenere eden soğuk harpte, gayri meşrû kazançlarda en müessir ve en çok kullanılan tahribkâr bir vasıtadır. Bilhassa gençleri bu felaketten korumak ve kurtarmak insanî ve millî bir vazifedir. Bu bataklığa saplanan gençler,tehlikeyi bilmediklerinden basit bir hevesle ve kötü arkadaşların telkini ile beden ve dimağlarını, istikballerini uçuruma atmış olmaktadırlar.İnsanın davranışlarında, düşüncelerinde, duygularında anormal değişiklik meydana getiren tabiî ve sentetik maddelere uyuşturucu madde denir. Uyuşturucu maddelerin sayıları pek çok olmakla beraber en çok kullanılanları şunlardır:Afyon, Morfin, Eroin, Esrar, Kokain, Kadinin, Anhalim Levini,LSD ve Kloral Eter’dir.

UYUŞTURUCU KÜLTÜRÜ

Başta uyuşturucular olmak üzere, bütün çirkin ve zararlı alışkanlıklara zemin hazırlayan “Uyuşturucu Kültürü”, bilindiği gibi 20.asrın son yarısında istilâcı süper güçlerin, toplum yapısının temelini teşkil eden bütün milli ve manevi değerleri, mistik inanç ve mukaddesleri yok etme uygulamasıdır. Amaç, uydu haline getirilmesi istenilen ülke ve toplumun milli mukavemet ve savunma gücünü yok ederek, onun her türlü sömürüye müsait hale getirilmesidir.

Fuhuş, rüşvet, kumar, ırza tecavüz, intihar, cinsî sapıklık ve uyuşturucu kapsamına giren madde alışkanlıkları, ailenin yıkımı gibi cemiyeti çözen ve çökerten iptilâ ve eğilimler uyuşturucu kültürünün unsurlarıdır. Müstehcenliği, fuhşiyat ve her türlü sapıklığı, yıkıcı modaları telkin ve teşvik eden, karşıt ideolojilerle toplumu ve bilhassa gençliği kamplara ayıran, kezâ fırsat buldukça bunları çatıştıran, ülkeyi anarşi arenasına çevirmeyi görev edinen bütün yazılı-sözlü, canlı-cansız basın-yayın araçları, başta eğitim-öğretim olmak üzere, bütün devlet kademelerinde yuvalanmış 5’nci kollar, mensupları ve uyduları uyuşturucu kültürünün vâsıtalarıdır. Varlığın üstün ünitesi olan insan türünü, her türlü milli, medeni ve ahlâki değerlerden tecrit eden, onu sorumsuz bir hayvan menzîlesine indiren bu kültür ve fikirleri çürütme faaliyetine, uyuşturucu stratejisinde;“Karşı Kültür”,“Hipi Kültürü”,“Uyuşturucu Kültürü” gibi isimler verilmektedir.

Bu sebeple, her türlü yıkıcı faaliyetlerde olduğu gibi, bilhassa gündemdeki konu olan uyuşturucu salgını ile mücadelede de başarının temeldeki şartını biz, şu gerekçelerde bulmaktayız: Patolojik salgınlar için nasıl ki,patolojik vasatın teşekkülü gerekli ise,uyuşturucu salgınları içinde uyuşturucu kültürünün gelişmiş olması öylece şarttır.

Bu sebeple uyuşturucu salgınını önlemenin temeldeki şartı, uyuşturucu kültürünü engellemektir. Bunun en kesin yolu ise; uyuşturucu kültürüne hizmet eden kaynaklara bu fırsatı vermemek, uyuşturucu kültürüne karşı millî kültürü güçlendirmek, uyuşturucu kültürünün aktif unsuru olan idol (çirkin örnek)lerin yerine, ideallerin (güzel örnekler),yıkıcı ve bölücü ideolojilerin yerine ise millî ve manevî idealleri ikame etmekten ibarettir. Bu ise,en önce Milli Eğitimin ve kitle eğitiminin en güçlü vâsıtası olan medyanın görevidir.

GENÇLERİ UYUŞTURUCU KULLANIMINA İTEN SEBEPLER

Bilgisizlik: Tehlikeden habersizlik ve bu sebeple konuyu hafife almak.

Özenti: Özenti sergilemede en önemli payın medyaya ait olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Merak: Denerim,bırakırım kafası... Fakat, bir veya iki deneme genci belki de dönüşü olmayan yola sokmaya yeterli gelmektedir.

Moda: Çevreye uyma gayretkeşliği.

Bozuk Çevre ve Hasta Toplum: Bilindiği gibi hastalıklar da, alışkanlıklar da sârîdir. İnsandan insana kolaylıkla geçebilir.

Manevi Boşluk: İnanç zayıflığı. Bozuk aile ilişkisinden ve hasta toplumdan kaynaklanan güvensizlik duygusu, gelecek karşısındaki kaygılar strese, sıkıntıya yalnızlığa iter. Ve bundan kurtuluş için gencin ilk başvurduğu mercî ise her çeşidi ile uyuşturucular oluyor.

Eğitim Yetersizliği: Eğitimdeki büyük zâfiyet ve yapılan yanlışlar. Maddeci felsefeye dayalı eğitimler insanları bencilliğe(egoizme), şahsi çıkarcılığa, cismânî hazcılığa iten temeldeki sebeplerdir. Bu yol anarşi, tahrip ve kargaşa, kavga yoludur. Toplumu iflas ve inkıraz (çöküş) dan başka bir yere götürmez.

Genetik Yapı, Grup Baskıları, Kötü Arkadaş


UYUŞTURUCUNUN MEYDANA GETİRDİĞİ RAHATSIZLIKLAR !


Zehirlenme: Alınan uyuşturucu madde vücudu zehirler. Zehirlenme bir defa olursa “had zehirlenme”,zehirlenmeler tekrar ediyorsa “müzmin zehirlenme” denir.

Mide ve Barsaklardaki Tesiri: Uyuşturucu madde kullananlarda kusma, bulantı, karın ağrıları, ishal, mide ve bağırsak kanaması, ülser, mide ve bağırsakların iç cidarlarında kan toplanması ve şişkinlik,yara ve tahribat meydana gelir.

Böbreklerdeki Tesiri: Uyuşturucu madde kullananlarda idrar tutulması veya artması olur. İdrarda albümin ve kan miktarı artar,uyuşturucu madde böbrek hücrelerini tahrip ederek,ciddi böbrek hastalıklarına ve ölümlere sebep olur.

Karaciğere Tesiri: Kullanılan uyuşturucu madde karaciğer kifayetsizliğine, karaciğer büyümesine ve yağlanmasına, karaciğerin anormal şekilde çalışmasına sebep olur. Rahatsızlığın ilk işareti kaşıntılardır. Neticede ise karaciğer iflâsı ve ölüm...

Gözlere Tesiri: Uyuşturucu maddenin gözlere tesiri büyüktür. Şaşılık, ışığa ve mesafeye mutâbakatsızlık, gece körlüğü, göz bebeğinin daralması ve genişlemesi, göz adale felci, uyuşturucu maddenin beklenen ve her zaman görülen tesir e tezâhürleridir.

Solunum Sistemine Tesiri: Uyuşturucu madde kullananlarda nefes darlığı, öksürük ve boğulma hissi görülür. Akciğer ve kalp harabiyetleri olağandır.

Kan Üzerindeki Tesiri: Uyuşturucu madde kullananlarda kansızlık, kan zehirlenmeleri, kan hücrelerinde şekil ve adet bakımından değişiklikler olur.

Deri Hastalıkları: Uyuşturucu madde kullananlarda deri üzerinde kızartılar, kabarcıklar, sivilceler, yaralar, siyah renkli noktalar, sertleşmeler meydana gelir.

Asabî ve Rûhî Hastalıklar: Uyuşturucu maddelerin sinir ,akıl ve rûhî sistemler üzerindeki tahribatı, diğer organlara yaptığı tahribatın çok üzerindedir. Delilik, erken bunama, şuur kaybı uykusuzluk, felçler, zekâ ve hafıza geriliği, hezeyanlar, rûhî tearrüşler, illusyon hallusinasyonlar ve çeşitli akıl hastalıkları uyuşturucu madde kullananların tabiî âkıbetidir.


UYUŞTURUCU KULLANANLARIN BELİRLENMESİ

Uyuşturucu kullananları kendilerinde husûle gelen bazı belirtilerle tanımak mümkün olabilir.
• Kişinin ilaçları saklamaya veya gizlemeye çalışması
• Cilt üzerinde dövmeye benzeyen mor ve siyah iğne yerlerinin olması
• Damarlar üzerinde veya damarların satha yaklaştığı yerlerde su toplamasını andıran iltihapların varlığı
• Uyuşukluk, uykulu olma veya kendinden geçme (başın öne düşmesi) bilhassa aynı zamanda kaşıntı varmış gibi vücudu kaşıma eğilimi. Bu, bazen uyuşturucu madde veya onların sentetik maddelerinin dozunun fazla kaçırılmış olduğuna işaret eder.
• Tamamen tecrit edildiği veya gözaltında tutulduğu taktirde müptelâ olduğu ilacı alamamaktan dolayı bazı yoksunluk belirtileri göstermesi
• Gözbebeklerinin eb’adının büyük ölçüde değişmesi
• Kişinin oturup gözlerini boşluğa dikmesi
• Ateşe tutmak için sapı arkaya bükülmüş çay kaşığı veya tel saplı metal bir şişe kapağı, şırınga gibi uyuşturucu kullanımında kullanılan aletlerin bulunması
• Uyuşturucu kullananların lisanı olan özel argonun bilinmesi
• Kişinin belirli zamanlarda (genellikle 4-5 saatte bir) ortadan kaybolma eğilimi içinde bulunması (uyuşturucuyu kullanabilmesi için)
• Kişinin kazancı ile diğer ihtiyaçları dışındaki harcamaları arasında dengesizliklerin olması
• Önceden güvenilir olan bir kişinin cinayet, gasp, beyaz kadın ticareti, hırsızlık, zimmetine para geçirmek, kalpazanlık, dolandırıcılık, fahişelik vb. gibi suçlara yönelmesi (uyuşturucu ihtiyacını karşılayabilmek için)
• Uyuşturucu bağımlıları sinirlidirler. Enjekte zamanı yaklaştığında, gözlerinin sulanması, burunlarının akması, kaşıntı ve esnemelerin olması, gözbebeklerinin büyümesi gibi ilk belirtileri görülür.
WWW.YESİLAY.ORG.TR
Bu Belirtiler sizde varsa kronik yorgunluğunuz olabilir?
• Hafızada ve konsantrasyonda bozulma
• Boğaz, kas, karın, çene ve bazı eklemlerde ağrı olması
• Uyanınca kendine gelememe
• Yapılan bir iş sonrası 24 saatten fazla sürede geçen kırıklık hissi
• Şişkinlik
• Kronik öksürük
• İshal
• Sersemlik
• Bulantı
• Gece terlemesi
• Nefes darlığı
• Deri duyarlılığı
• Karıncalanma hissi
• Kilo kaybı
Hastaların Ruh Hali...
• Yıpranmışlık
• Yorgunluk
• Tükenmişlik
• Güçsüzlük
• Çalışmanın tatsızlaşması
• Sıkıntı
• Performans azalması
• Halsizlik
• Enerji yokluğu
• Uykulu hal
• Çalışmaya isteksizlik



Bu soruların cevabını bilin!

Mantar ile yoğurt birlikte yenirse zehirlenir miyim? Ilık su zayıflatır mı? Et suyu besleyici midir? gibi pek çok soru aklınıza takılıyorsa işte cevapları



Sebze ve meyve yararlıdır, bol bol su içilmelidir.... bu sözleri sık sık duyarız ancak gerçekten niçin yararlı olduğunu biliyor muyuz? Sağlık Bakanlığı internet sitesinde bu konulara açıklık getiriyor...
Her gün sebze meyve
Sebzeler ve meyvelerin mineral ve vitamin içerikleri oldukça zengindir. Deri, göz, diş ve diş eti sağlığı için temel öğeleri içerirler, hastalıklara karşı direncin oluşumunda etkindirler, bağırsakların düzenli çalışmasına yardımcı olurlar.
Mantar ve yoğurt
Kültür mantarları dışında kesinlikle türü bilinmeyen mantarlar tüketilmemelidir. Özellikle doğada kendiliğinden yetişen mantarların tüketilmesi mantar zehirlenmelerine yol açabilir. Halk arasında çayırda yetişen mantarın zehirlemediği, mantarın yoğurt ile birlikte yenirse zehirlemeyeceği ve pişirilen mantarın zehrinin ortadan kaybolduğu gibi mantarlarla ilgili bazı yanlış düşünceler vardır. Doğada kendiliğinden yetişen mantarların zehirli veya zehirsiz olduğunu bakarak anlamak mümkün değildir.
Ne kadar su içmeliyiz?
Besin tüketimi ile vücutta oluşan zararlı maddeleri atmak, vücut ısı dengesini sağlamak amacıyla günde ortalama 2.5 litre (8-10 su bardağı) su içilmelidir.
Kemik suyu besleyici mi?
Et, proteinden zengin bir besin olduğu için çocuklar ve büyüklerin beslenmesinde önemlidir. Kemikler kalsiyumdan zengindir. Ancak ette bulunan besin öğelerinin büyük bir kısmı pişme suyuna geçmediği gibi kalsiyum da suya geçmez. Bu nedenle et veya kemik suyunun besleyici değeri yoktur.
Ilık su zayIflatIr mI?
Midede doluluk hissi uyandırması, bağırsak hareketlerini artırması gibi olumlu etkileri olmasına karşın içilen suyun zayıflama üzerine etkisi yoktur. Ancak zayıflama diyetleri uygulanırken az yemekten dolayı su içmek isteği azalabilir, vücudun susuz kalmaması için özen gösterilmelidir.
Suyu kaynatmalı mı?
Kaynamış su yalnızca bakterileri yok eder. Bazı durumlarda kaynatma işlemi suyu azalttığı için kirletici maddelerin konsantrasyonunu arttırabilir. Ancak temiz ve güvenli suya ulaşma imkanı bulunmuyorsa su kaynatılabilir.



Yürüyüşün 24 faydası


1. Yürüyüş kan akımını ve kan damarlarının miktarını artırarak, dolaşımı iyileştirir, kalp-damar ve beynin damarsal hastalıkları riskini azaltır.
2. Kalp kası dahil, vücut kaslarını kuvvetlendirerek, daha etkin çalışmalarını sağlar.
3. Her bir kasılmada kalbin pompaladığı kan miktarını artırarak, istirahatte kalp atım sayısını (nabzı) azaltır.
4. Egzersiz ve stres durumunda arteriel kan basıncında (tansiyonda) oluşan yükselmeyi azaltır.
5. Kan basıncını düzenler.
6. Kalp kasının yan damarlardan beslenmesini destekler. Böylece kalbin ana damarlarında oluşacak tıkanıklıkların vereceği zararı azaltır.
7. Şişmanlık riskini azaltır.
8. Sindirimi kolaylaştırır.
9. Beyine oksijen sağlanmasını artırarak, zihinsel keskinlik ve yaratıcı düşünce potansiyelini yükseltir.
10. Lenfatik dolaşıma yardımcı olur.
11. Egzersiz sırasında ve sonrasında metabolizmayı uyarır.
12. Solunumsal kapasiteyi ve aerobik gücü artırır.
13. Büyümeyi ve travma sonrası toparlanmayı olumlu etkiler.
14. Kan yağlarının (trigliserid) düzeyini düşürür.
15. HDL/LDL (iyi huylu-kötü huylu kolestrol) dengesini düzenler.
16. Koordinasyona olumlu etki yapar.
17. eklem ve kasların esnekliğini artırarak, bel ve boyun ağrılarını hafifletir.
18. Kemiklerin sertleşmesini ve kuvvetlenmesini sağlar.
19. Dayanıklılığı artırır.
20. Yorgunluk duyumunu engeller.
21. Uykusuzluğu azaltır, rahatlamaya yardımcı olur.
22. Vücudun doğal keyif verici hormonları olan endorfinlerin salınımını sağlar.
23. Yaşlanma sürecini geciktirerek, genç görünüm sağlar.
24. Moral, özgüven ve iyimserliği artırır.
www.habersaglik.com


Unutkanlığı Önlemenin Yolları
Unutkanlık herkesin en büyük düşmanlarından biri. Aklımızı daha iyi kullanmak ve unutkanlığı azaltmak aslında elimizde.

Belleği güçlü tutmanın pek çok püf noktası, uyulması gereken çok sayıda kuralı var. Harvard Tıp Okulu öğretim üyesi Dr. Aoron P. Nelson zinde bir beyne sahip olmanın temel kurallarını şöyle sıralıyor:

Hipertansiyonu ve kolesterol yüksekliği sorununu önleyin. Kalbiniz için kötü olanın beyniniz için de kötüdür.

Alkolü azaltın. Alkol beyin hücrelerini tahrip etmektedir.

İyi ve kaliteli uyku uyuyun. Kaliteli uyku beynin yeni öğrenilenleri pekiştirmesini sağlar.

Öğrenilmiş bilgilerin pekiştirilmesinin uzun süreli belleğin en önemli desteği olduğu biliniyor.

Stresinizi iyi yönetin. Ölçülü ve kontrollü stres dikkati yoğunlaştırmakta, odaklanmayı arttırmaktadır. Kontrolsüz, uzun süreli ve aşırı stres ise dikkati sürdürme kapasitesini yok etmekte, unutkanlığı tetiklemekte, kortizol hormonunu yükselterek beynin bellek için önemli bölümlerinde hasar geliştirmektedir.

YENİ ŞEYLER ÖĞRENİN

Yeni şeyler öğrenmeye devam edin. Her yeni bilgi ve beceri birer bellek egzersizidir.

Yeni sporlar, hobiler, araştırma alanları, heyecanlı ve zevkli problemler, ezberlenen yeni şiirler ve yeni diller beyniniz için en güçlü vitaminlerdir.

Tembelliği bırakın. Zihinsel faaliyetlerinizi sınırlamayın. Özellikle televizyon seyretmek gibi pasif faaliyetleri azaltın.

Her gün egzersiz yapın. Günde 30-45 dakika, haftada en az 4 gün yürümeye çalışın. Özellikle yürümenin beyin sağlığı ve yeniden yapılanma sürecini olumlu yönde etkilediğini gösteren çok sayıda kanıt var.

Kullandığınız ilaçları gözden geçirin. Beyni etkileyen ilaçları doktor önerisi olmadan kullanmayın.

Vitaminlerden yararlanın. E ve C vitamini gibi antioksidan vitaminlerin, selenyum gibi serbest radikal avcısı minerallerin hücreleri oksitlenmekten koruyan güçlerinden faydalanabilirsiniz.

Yeteri kadar B vitamini, özellikle B12 vitamini aldığınızdan emin olun. Dengeli bir beslenmenin de yaşlılıkta vitamin eksikliğine yol açabileceğini hatırlayın.

HAYATA TUTUNUN

Hayata bağlı kalın. Hayatınıza önem katan bağları sıkılaştırın.

İyi sosyal ilişkileri olan yaşlılarda bellek fonksiyonları bozulmuyor. Sosyal ilişkiler bir taraftan zihinsel egzersizleri yoğunlaştırıyor, diğer taraftan çeşitli olayların ruhsal travmalarını hafifletmeye yardımcı oluyor.

TATLANDIRCILAR KANSER RİSKİNİ ARTIYOR MU?

İnsanoğlu doğumdan itibaren tatlıya düşkün bir canlıdır. Besinlerin içine tatlarını artıracak maddeler konulması ilk olarak eski Çin ve Yunan kültüründe gözlenmiş ve tatlandırıcı olarak bal kullanılmıştır. Daha sonraları bunun yerini beyaz şeker almıştır. 1879 yılında sentezlenen ilk tatlandırıcı olan sakarin (saccharin) ucuz bir ürün olmasından dolayı I. ve II. Dünya Savaşları sırasında yaygın kullanım alanı bulmuştur. Savaşlardan sonra insanlar beyaz şekere dönseler de 1970’lerden itibaren hızla artan şişmanlık tatlandırıcıları yine gündeme getirmiştir. Ucuz ve kalorisiz bir tatlandırcı hem üreticinin hem de tüketicinin işine gelmiştir. Günümüzde light ürün sanayiinin sınır tanımazlığı ve kilolarıyla başı dertte olan insanlar hergün onlarca grama varan oranda tatlandırıcı kullanmaktadırlar. Bugün dünyada on kadar meşhur ve yaygın kullanıma sahip tatlandırıcı vardır; sakarinden başka acesulfame-K, aspartame, sucralose, cyclamate en çok bilinenleridir.
Tatlandırıcıların pekçoğu başta ABD olmak üzere değişik ülkelerde dönem dönem yasaklanmış, daha sonra zararsız oldukları anlaşıldığı için satışı yeniden serbest bırakılmıştır. Ancak özellikle mesane kanseri yaptıklarına dair şüpheler hiçbir zaman tam anlamı ile ortadan kalkmamıştır. Farklı ülke ve farklı araştırma grupları tarafından yapılan çalışmaların sonuçlarının çelişkili çıkması özellikle ABD’de devasa bir sektör olan ilaç firmalarının baskılarını akla getirmektedir. Aynı tür baskı cep telefonlarının kanser riskini artırıp artırmadığı konusunda da yaşanmış ve bilimsel bilgiler kirletilerek olay bir oldu bittiye getirilmiştir. Halen bilimsel olarak cep telefonlarının kanser riskini artırıp artırmadığı açıkça belli değil ve/veya açıklan(a)mamaktadır.
Son bilimsel verilere göre, tatlandırıcıların kanser riskini anlamlı şekilde artırdıklarını söylemek doğru değildir. Ancak tamamen masum olmadıkları da ayrı bir gerçektir. Bu nedenle orta yolu bulmak ve tüketimlerini mümkün olduğunca kısmak gerekir. Çünkü özellikle piyasaya yeni sürülen tatlandırıcıların uzun dönem etkilerini gözlemlemek için yıllara ihtiyaç vardır. Bugün gelişmiş ülkelerde üretilen pasta tatlı türü gıdaların yaklaşık %80’i bu tip suni tatlandırıcılarla yapılmaktadır. Ülkemizde bu oran daha düşük olmakla birlikte, tatlandırıcıların ucuzlaması sürdükçe alanını genişleteceğini öngörmek zor olmayacaktır.
Çaylarında tatlandırıcı kullanımını alışkanlık haline getiren insanlar kullandıkları tatlandırıcı miktarını her hafta çeyrek azaltarak bir iki ay içerisinde damak tatlarını şekersiz çaya kolaylıkla alıştırabilirler. Ve görülecektir ki şekersiz çay, şekerli veya tatlandırıcılı çaya göre çok daha farklı ve lezzetli bir içecektir. Afiyet olsun...
www.hekimce.com
Şeker hastalığı nedir?
Başlıca şeker ve başka kimyevî terkiplerin vücut tarafından kullanılamamasını gerektiren vücudun kimyasal bir düzensizliğidir. Kanda şeker konsantrasyonun fazlalaşması ve idrarda şeker bulunması ile karakterize olmaktadır.
Şeker hastalığı neden meydana gelir?
Pankreasın yeterli ölçüde insülin ifraz edememesinden. Ancak, vücuttaki salgı bezleri arasındaki dengesizlikten ileri gelen birçok başka kompleks kimyasal faktörler de bulunmaktadır. Son yapılan bilimsel araştırmalar göstermiştir ki, birçok şeker hastalığı olan kişilerde insülin, kan akımında başka proteinlerle anormal bir şekilde bağlı kalmakta ve böylece kan akımının tesirli olmasını önlemektedir.
Şeker hastalığının gelişmesinde etkili olan bazı faktörlere hangileridir?
Şeker hastalığının gelişmesinin asıl nedeni bilinmemekte ise de, bu hastalığın çoğunlukla, ailesinde şeker hastaları bulunan kişilerde ve fazla şişman olanlarda geliştiği görülmüştür. Ayrıca hastalık, pankreas, karaciğer böbreküstü bezleri, hipofiz bezi veya başka bunlara etkili yapıların fonksiyonları iyi çalışmayan kişilerde de daha fazla rastlanmaktadır.
Şeker hastalığı ne kadar yaygındır?
Her yüz kişiden ikisinde bu hastalığın bulunduğu tahmin edilmektedir. Bunların birçoğu şeker testleri yaptırmadıklarından bu hastalıktan mustarip olduklarını bilmemektedirler.
Şeker hastalığı çocuklarda da olur mu?
Evet, her yaşta olabilir.
Şeker hastalığı bir aile hastalığı veya kalıtımsal olabilir mi?
Hastalık doğrudan doğruya kalıtımsal olmamakla beraber, her dört vakanın birinde, hasta kişinin ailesinde şeker hastası olanlara rastlanmıştır.
Şeker hastalığı bir enfeksiyondan meydana gelebilir mi?
Direkt olarak hayır. Fakat şurası bilinmektedir ki, enfeksiyonlu bir kişi şekeri ağırlaştıracak veya hastalığı daha belirli bir hale getirecektir. Doğrudan doğruya enfeksiyonla gelen şeker hastalığı ancak bir apse veya enfeksiyonun pankreasın büyük bir kısmını yok etmesinden ileri gelebilir. Bu da çok nadir rastlanan hallerden biridir.
Çok miktarda şekerli maddeler veya karbonhidratlar yemekten şeker hastalığı gelişebilir mi?
Hayır, yalnız mevcut bir hastalığı ağırlaştırabilir veya hastalığa mevcut bir eğilimi aydınlığa çıkarabilir.
Duygusal gerginlik şeker hastalığına neden olabilir mi?
Direkt olarak hayır. Ancak duygusal krizlerle şeker hastalığının şiddetlendiği veya gizli bir hastalığın meydana çıktığı görülmüştür.
Şeker hastalığının belirtileri nedir?
a. Hafif bir hastalığın hiçbir belirtisi olmayabilir. Bu gibi hallerde hastalığın mevcudiyeti ancak rutin bir idrar veya kanda şeker bulunup bulunmadığını tespit etmek için yapılan testlerde meydana çıkabilir.
b. Daha ciddî vakalarda aşırı susama, fazla idrar, kilo kaybı, kuvvet ve enerji kaybı gibi belirtilere rastlanılabilir.
Bazı hallerde, hastalık teşhis edilmeden çok ilerlemiş olduğu hallerde hasta bayılarak şeker komasına girebilir.
Şeker hastalığının kesin teşhisi nasıl elde edilebilir?
a. Kanın kimyasal analizinde şeker oranının fazla bulunmasıyla.
b. İdrar tahlilinde şekerin bulunmasıyla.
c. Glikoz tolerans testinde karakteristik bir artışın tespiti ile.
İdrarda şeker bulunması kişinin muhakkak surette şeker hastası olduğunu mu gösterir?
Hayır. İdrarda şekeri müspet gösterebilecek, fakat fazla rastlanmayan, değişik başka durumlar da vardır.
İdrarda şekere rastlanmaması kişide şeker hastalığı olmadığına dair bir garanti midir?
Hayır. İdrarda şeker bulunmamaktaysa da kanda yüksek bir şeker konsantrasyonu olabilmektedir.
Glikoz (şeker) tolerans testi nedir?
Hastaya bilinen bir miktar şeker verilmektedir. Sonra hastadan kan alınmakta ve muhtelif süre fasılalarla idrarı toplanmaktadır. Bundan sonra kanda ve idrarda bulunan şeker miktarı hesap edilmektedir. Şeker hastalığı olanlarda karakteristik buluşlar meydana çıkmaktadır.
Şeker hastalığı olan bütün kişilerin insülin almaları gerekmekte midir?
Hayır. Bu durumun ciddiyetine bağlıdır. Çok hastalarınki, yalnız diyet veya ağızdan gerekli ilâçlar, ile kontrol altında tutunabilinmektedir.
Şeker hastalığına yakalanmamak için tedbirler var mıdır?
Eğer şeker hastalığına yakalanma eğilimi çok hafif ise, az şekerli olan bir diyetin takibi ve kilonun normal halde tutulması ile şeker hastalığın gelişmesi bazen önlenebilmektedir. Ayrıca, kişiler hastalığı şiddetlendirebilecek veya eğilimini meydana çıkarabilecek enfeksiyonlara yakalanmamak için çaba sarf etmelidirler.
İnsülin nedir?
Normal olarak pankreas içerisinde bazı hücrelerin kan akımına ifraz ettikleri kimyasal bir maddedir. Şekerin vücutta normal kullanılması için insülin hayatî derecede önem taşır. Yetersiz ölçüde ifraz edildiği zamanlar şeker hastalığı meydana gelebilir.
İnsülin verilmekle şeker hastalığı kontrol altına alınabilir mi?
Evet.
İnsülin ağızdan alınabilir mi?
Hayır. Deri altından enjekte edilmesi gerekmektedir.
İnsülin enjeksiyonunu kim yapar?
Hastalar, çocuklar bile, kendi kendilerine insülin enjeksiyonu yapmasını öğrenebilmektedirler.
İnsülin enjeksiyonunu insan kendi yaparsa bu ağrıya sebep olur mu?
Ancak bir iğne batığı hissedilmekte, hasta kısa süre içerisinde buna alışmaktadır. Çocuklar bile bunu öğrenebilmekte ve hafif batma hissine aldırış etmemektedirler.
Şeker hastaları kaç kez insülin enjeksiyonu yaptırmalıdırlar?
Doktorun talimatına göre genellikle muhtelif dozajlarda günde bir ve iki kez.
Bir şeker hastasına insülin vermek gerekmişse bunu, hayatı boyunca alması gerekeceği anlamına mı gelmektedir?
Genellikle bu böyledir, ancak bu kaidenin de istisnaları bulunmaktadır.
Verilen insülin dozajı zaman zaman değiştirilmekte midir?
Muhakkak ki evet. Verilen dozaj zaman zaman artırılabildiği gibi, azaltılabilinir de.
Bir hasta insülin ihtiyacının ne kadar olacağını nasıl tespit edebilir?
Şeker hastalarının muntazam süreler içerisinde idrarlarını kendi kendilerine tahlil etmeleri çok önemlidir. Ayrıca, yine muntazam süreler içerisinde doktorlarından talimat almaları gereklidir.
Şeker tahlili için kendi idrarını tahlil etmek zor mudur?
Hayır. Bu çok basit bir testtir ve herhangi bir kişi bunu birkaç dakika içerisinde öğrenebilir.
Ağızdan alınacak ilâçlarla şeker hastalığı kontrol altına alınabilir mi?
Evet, ama bu ilâçlar çocuklara verilemez ve ciddî vakalarda insülinin yerini tutamaz. Bu
ağızdan alınan ilâçlar özellikle bir kişinin hayatında daha geç yaşlarında, genellikle kırk yaşlarından sonra, hastalığa yakalanmışsa çok daha fazla tesirli olmaktadır.
İnsülin şoku (hipoglisemi) ne anlama gelmektedir?
Bazı hallerde, hastanın almakta olduğu insülin dozajı kandaki şeker oranının çok düşük bir seviyeye gelmesine neden olmaktadır. Bu yüzden hastada titreme, gözlerin önünde noktalar uçuşması, terleme, anî zafiyet, baş dönmeleri, unutkanlık, karın bölgesinde bir boşluk hissi, gibi arazlar meydana gelebilmektedir.
Hastayı insülin şokundan çıkarmak için ne yapılabilir?
Bu hastaya portakal suyu, şeker veya şeker bulunan herhangi bir madde verilmesiyle kolayca ve çabukça insülin şokundan çıkarılabilir.
Bir hasta şekerinin gerekli şekilde kontrol altında bulunduğunu nasıl anlayabilir?
a. Kendi idrarını tahlil etmekle.
b. Muntazam süreler içerisinde kanındaki şekeri: tahlil ettirmekle.
c. Şekerlere münhasır belirtiler olan aşırı susama, fazla açlık, kile kaybı, zafiyet, vb. arazları takip ve not etmekle.
Asidoz ne demektir?
Asidoz şekerin kontrolden çıkmış olduğunu ifade eden bir terimdir. İdrarda kimyasal aseton bulunmasıyla belirlenir. Hastalar idrarlarını yalnız şeker için değil, aynı zamanda aseton için de tahlil edebilmeyi öğrenmelidirler.
Asidoz zararlı mıdır?
Evet, çünkü şeker hastalığının kontrolden çıkmış olduğunu göstermektedir.
Bir şeker hastasında asidoz neden meydana gelebilir?
a. Uygunsuz bir diyet.
b. Uygunsuz insülin dozajı.
c. Şeker kontrolünü altüst edebilecek akut bir enfeksiyon veya hastalığın gelişmesi.
Şeker hastaları enfeksiyona çok meyilli midirler?
Evet. Üstelik enfeksiyona karşı direniş kabiliyetleri şeker hastalığı olmayan bir kişiden daha azdır. Bunun için bir şeker hastası özel sağlık durumuna fazlasıyla dikkatli bulunmalı ve en ufak bir enfeksiyon oluşumunda doktoruna başvurmalıdır.
Şeker hastalığı uzun yıllar devam ettiği takdirde ne gibi zararlı durumlara sebep olabilir?
Şeker hastaları normal hastalıksız kişilerden arteryoskleroz olmaya daha fazla eğilimlidirler. Yine şeker hastaları normal kişilerden çok daha fazla kalp, böbrek, sinir hastası veya bacaklarında rahatsızlıklar gelişmesine eğilimleri olmaktadır.
Bu uzun vadeli şeker hastalığı komplikasyonları önlenebilir mi?
Evet. Bu komplikasyonlarm büyük çoğunluğu önlenebilir veya hasta ile doktor arasında devamlı bir temas sürdürülmesiyle asgari hadde indirilebilir.
Bir şeker hastası, uzun ve rahat bir yaşantı umudu sürdürebilir mi?
Evet, Ancak, doktorunun kendisine çizdiği yaşama programından ayrılmazsa. Birçok şeker hastası, devamlı olarak doktor kontrolü altında bulundukları ve hayatlarını hasta olmayan bir kişiden daha kontrollü bir halde sürdürdükleri için, hasta olmayan kişilerden daha uzun süre yaşarlar.
Şeker hastaları özellikle hangi gıda maddelerinden en fazla kaçınmalıdırlar?
Şekerlemeler, pastalar, dondurma, kek, şeker gibi “serbest şekerli” gıda maddelerinden. Ayrıca nişasta bulunan ekmek, patates, makarna ve pirinç gibi gıda maddeleri ancak az miktarlarda alınmalıdır.
Şeker hastası olan kadınlar gebe kalmalı mıdır?
Evet, ama gebelik süreleri içerisinde doktorları ve doğum doktorlarının devamlı özel müşahedeleri altında bulunmaları gerekir; çünkü şeker hastalığı olan gebe kadınlarda komplikasyonlar çok daha sık meydana gelmektedir.
Şeker hastalığı olan kadınların bebekleri normal olarak doğar mı?
Evet. Şeker hastalıkları olan kadınların büyük çoğunluğunun çocukları normal olmaktadır.
Şeker hastası enfeksiyona yakalanmamak için ne gibi özel tedbirler almalıdır?
Damarları sertleşmekte olan orta yaşlı kişi, özellikle ayaklarını iyi muhafaza etmelidir. Şeker hastalarında ayak parmaklarında ve tırnaklarında enfeksiyonlar çok tehlikeli olmakta ve kontrol dışında enfeksiyonlara ve kangrene neden olabilmektedir.
Şeker hastası ayaklarının sağlığı için alınması gerekli özel tedbirler hakkında muntazam olarak doktoru ile temas kurmalı mıdır?
Muhakkak ki evet.
Şeker hastası kendisine gerekli şekilde bakmadığı hallerde ve doktor tavsiyelerine uymazsa ne gibi durumlar meydana gelebilir?
a. Kontrol edilmesi imkânsız bir enfeksiyon meydana gelebilir ve bir uzvun kaybına veya ölüme neden olabilir.
b. Şeker kontrol edilemezse, asidoz veya ölümle sonuçlanabilir.
Şeker hastalığı tedaviye başvurulmadan kendiliğinden iyileşebilir mi?
Hayır. Ancak hafif bir enfeksiyonla veya diyet kontrolsüzlüğünden meydana çıkan bir şeker hastalığının, enfeksiyonun geçmesiyle veya gerekli diyete yeniden dönülmekle kaybolduğu görülmüştür.
Şeker hastası olan bir kişiye başarılı ameliyatlar yapılabilir mi?
Evet. Yeni teknik ve metotlarla şeker hastası olan bir kişiye, şeker hastası olmayan bir hastaya yapılacak yaklaşık başarıda ameliyatlar yapılabilmektedir.
Bir şeker hastası fizikî faaliyeti sınırlandırılmadan normal bir yaşamasını sürdürebilir mi?
Evet, ancak şu unutulmamalıdır ki, fizikî faaliyet vücuttaki şekeri yakmaktadır ve bu periyodlarda alınacak insülin dozajlarının ayarlanması gerekebilecektir.
Şeker hastalığı hastanın yaşama süresini kısaltır mı?
Bir kişi uzun yıllardan beri şeker hastası ise ve bu yıllar süresince şekeri kontrol altında tutulabilmişse, hayat süresi hasta olmayan bir kişi kadar uzun olabilir. Yukarıda da belirtildiği gibi, şeker hastasının enfeksiyonlardan ve başka hastalıklardan kaçınma gereği ve kendisine iyi bakıma olan ihtiyacı, çok kez bu hastanın normal yaşama süresini aşmasını bile temin etmektedir.
Şeker hastalarının yetmiş seksen yaşlarına kadar yaşamaları genel midir?
Günümüzde şeker hastalan kendilerine gayet iyi bakmakta olduklarından bu duruma çok daha fazla olarak rastlanmaktadır.





SİGARAYI BIRAKMAK İÇİN 101 NEDEN


1-Bırakmak sorun değil, çözüm.
2-bırakmak için daha bir çok neden bulabilirsiniz.
3-Sigara iktidarsız yapar.
4-İnsanlara tekrar başladığınızı söylemek istemezsiniz.
5-Babanız anneniz sizinle gurur duyacaktır.
6-Bir tiryaki asla gerçekten özgür değildir.
7-Bir paket sigaraya her gün verdiğiniz parayla bir yılda neler yapabilirsiniz eşinize çocuğunuza ,annenize veya babanıza neler alabilirsiniz.
8-Çöpe atacak paranız yok…
9-Nikotin böcek zehri olarak kullanılmaktadır.
10-Bir röntgen bin söze bedeldir.
11-Tat alıcılarınız iş başına dönmek istiyorlar.
12-Dişleriniz sararır,çirkin bir görünüm alır…
13-Cildiniz daha düzgün sağlıklı sivilcesiz…
14-Yoruldunuz,göğsünüzün belli bir noktası ağrıyor,merdiven çıkamıyorsunuz…
15-Genç ölenler sadece iyiler değildir.
16-Bazı darbeler öldürmez söndürür.
17-Sadece bir kere yaşlanırsınız o da şanslıysanız.
18-Kanser cidden can yakar.
19-İki saatlik filmleri kesintisiz izleyebilirsiniz.
20-Toplantılar da izin istemek zorunda kalmazsınız,sigara kriziniz tutmaz.
21-Nihayet özgürleşme yolunda bir adım attınız.
22-Değişme gücüne sahipsiniz,yeter ki isteyin.
23-Perde yıkama faturalarınız azalır.Perdeleriniz daha uzun süre beyaz kalır!
24-Kalp krizleri genelde acı verir.
25-Karbon monoksit!
26-Kanserojenler!
27-Leş gibi kokan kıyafetler!
28-Sigara içenler vaktinden önce yaşlı görünmeye başlarlar.
29-Bırakmak için en iyi zaman hemen şimdidir.
30-Hamilelik sırasında sigara içmek doğmamış çocukta ciddi sağlık sorunlarına yol açar.
31-Sigara içen anneler, nikotini göğüslerindeki sütle emzirdikleri çocuğa da geçirirler.
32-Sigarayı bırakanlar sigarayı içenlerden daha uzun yaşarlar.
33-Zatürre
34-Ağız kanseri
35-Dil kanseri
36-Böbrek kanseri
37-Mesane kanseri
38-Osteoporoz.
39-Pankreas kanseri
40-Bunaklık
41-Bacak ağrılarınız sona erer.
42-Sigara içmek akciğer kapasitesini düşürür.
43-Ameliyat öncesi komplikasyon riski azalır.
44-Damar hastalıkları yüzünden uzuvların kesilmesi gerekebilir
45-Dayanıklılığınızın direncinizin artması.
46-Parmaklarınızın temiz olması.
47-Otobüsün peşinden koşup yakalayabilmek.
48-Mobilyalarınızın tozunu daha az almak.
49-Bırakmak için asla geç değildir.
50-Yeter i isteyin .
51-Dişçinize gittiğinizde utanmamak.
52-Diliniz bir karış dışarıda dolaşmaya son.
53-Kalp krizini beklemektense şimdiden bırakmak daha iyidir.
54-Derin bir nefes aldıktan sonra öksürmemek.
55-Felç geçirdikten sonra sigarayı tutmak hiç de kolay olmaz.
56-Röntgendeki lekeler.
57-Sigaranız bittiğinde küllükteki en uzun sigarayı aramaya son.
58-Daha işe varmadan yorgun hissetmeye son.
59-Ferah ve temiz kokan ev…Bayanlar!
60-Boğaz kurumasına son.
61-Katran yoları güçlendirir,ciğerleri ise zayıflatır.
62-Sigaraya harcanan para emeklilik hesabına yatırılsa ,iyi bir ihtiyat akçesi olur.
63-Bıraktıktan sonra her şeyi yapabilecek gücü hissedeceksiniz.
64-Bebek ölümlerinin yüzde onu hamilelik sırasında sigara içmekten kaynaklanır.
65-Uyanık kalmanın daha sağlıklı yolları vardır.
66-Tek ciğerinizle nefesinizi tutmak güçtür.
67-Pek çok yiyeceğin tadının çocukluğunuzdaki gibi güzel olduğunu keşfedeceksiniz.
68-İzmariti söndürmenin vakti geldi.
69-Bedeninizin sesine kulak vermediğinizi biliyorsunuz.
70-Şimdi bir sigara içerseniz on beş dakika sonra cidden bir ikincisini isteyeceksiniz.
71-Evde sigara ikramına son.
72-Bırakmak kolay bir hedef değil ama başarılabilir bir hedef.
73-Çok sevdiğiniz biri sigara içtiği için zamansız ölmüştür.
74-Sigara aşırmak için yaşınız epey ilerlemişti.
75-Daha sağlıklı,iyi bir hayat istiyorsunuz.
76-Zinde yürüyüşler yapmak.
77-Eski bir tiryaki olmak keyif vericidir.
78-Yaşamınızın kontrolünü elinize almak istersiniz.
79-Bir tiryaki olmaktan nefret ediyorsunuz.
80-Sigara içmekten nefret ediyorsunuz.
81-Sinirli olduğunuz da sigara içmek asla durumu değiştirmeyecektir.
82-Sigara içmekten bıkmışsınızdır.
83-Her bir sigara yaşamınızdan on dakika çalar.
84-Nefes almak iyidir,almamaksa kötü.
85-El ve ayaklardaki üşümeye son.
86-Daha canlı bir gülüş ve bunun içinde daha iyi bir neden.
87-İçtiğiniz son sigaranın üzerinden yirmi dakika geçmişse kan basıncınız normale düşmeye başlar.
88-İçtiğiniz son sigaranın üzerinden yirmi dakika geçmişse el ve ayak sıcaklıklarınız artmıştır.
89-İçtiğiniz son sigaranın üzerinden yirmi dakika geçmişse nabzınız normale düşmeye başlamıştır.
90-İçtiğiniz son sigaranın üzerinden sekiz saat geçmişse kanınızdaki karbon monoksit düzeyi normale düşmüştür.
91-Bıraktıktan sonra iki ila dört hafta içerisinde akciğerleriniz yüzde otuz daha verimli çalışacaktır.
92-Bıraktıktan bir yıl sonra koroner kalp yetmezliği riskiniz sigara içen birine oranla yarı yarıya azalacaktır.
93-Bıraktıktan sonra bir ila dokuz ay içerisinde vücudunuz genel olarak daha enerji dolu olacaktır.
94-Bıraktıktan sonra bir ila dokuz ay içerisinde öksürük nöbetleriniz.sinüs tıkanıklarınız,bitkinliğiniz ve nefes darlığınız azalacaktır.
95-Sigarayı bırakanlar sigarayı içenlerden daha uzun yaşarlar.
96-Çikolatanın tadını unuttunuz.
97-Kravatınızdaki yanıklar.
98-Sigara içmek egzos borusunun emmeye benzetilmiştir.
99-Torunlarınıza yetişmeyi denemek istersiniz.
100-Boş yere sigaraya “kanser çubuğu denmiyor.
101-Sigarayı bırakan hiç kimse “Keşke bırakmasaydım,”dememiştir.

Sağlıcakla kalın.Unutmayın istemek sadece istemek ,yeter ki isteyin siz onu bırakın o sizi yarı yolda bırakmadan…